30 Ekim 1918 akşamı Limni üzerinde batan güneş sadece bir savaşın bitişine değil aynı zamanda 620 yıllık bir muhteşem imparatorluğun bitimine de şahitlik ediyordu. Mondros Ateşkes Anlaşması, başlangıçta her yerde ve herkeste büyük umutlar uyandırdı ve sevinç yarattı. Anlaşmayı imzalayan heyetin başındaki eski Bahriye Nazırı ve Hamidiye Kahramanı Hüseyin Rauf(Orbay) Bey de payitahttaki Sadrazam Ahmet İzzet Paşa da anlaşmadan övgüyle söz ediyorlardı.

Yalnız bir insan, hem de çok uzaklarda bir insan, anlaşmanın hemen birkaç gün sonrasında itirazlarını dillendiriyor, olacakları olmadan önce haber veriyor ve konumunun kuralları içinde birtakım tedbirler alıyordu. O çok uzaklardaki insan ordular grup komutanı bir genç paşadır, bir mirliva, yani bir tuğgeneraldir ve henüz 37 yaşındadır. Filistin Cephesi'nden çekilen birliklerin başındadır.

Mütarekeden üç gün sonra Başkumandanlık Erkanıharbiye Riyasetine(Genelkurmay Başkanlığına) gönderdiği yazıda 'Fazla askeri malzeme ve maddelerin Torosların kuzeyine nakli ve hiçbir şekilde tahrip olmasına meydan vermeyecek tedbirlerin alınmasından' ve ayrıca 'Terhis edilecek kuvvetlerimize ait teçhizat, silah, cephane ve başka araçların toplanıp saklanmasına ait tedbirlerden' bahsetmektedir.

Yine aynı gün yani 3 Kasım 1918 günü çıkardığı Grup emrinde 'İskenderun, Antakya, Cebelseman, Katma, Kilis havalisinin Türklerle meskûn ve Halep halkının dörtte üçünün Arapça konuşan Türk olduğu her vesile ile hatırda tutulmalı ve her davada bu esas alınmalıdır' diyordu. 'Mütareke şartlarında yeterli açıklık olmadığından ayrıntılarla ilgili şartlar açıklığa kavuşuncaya değin karaya işgal kuvveti çıkarılmaması daima göz önünde bulundurulmalıdır' diye devam ediyordu.

Bu karar lafta kalmayacak aynı gün bir torpido muhribi ile İskenderun Limanı'na gelen Fransız heyetine 'Karaya asker çıkarmaya dair anlaşmada bir kayıt bulunmadığından bahisle müsaade edilmeyecek ve görüşme memurları geldikleri gemiye binip gideceklerdi.'

5 Kasım 1918 tarihli 14 numaralı şifreyle bağlı birliklerine 'İngilizlerin çeşitli bahanelerle İskenderun'a asker çıkararak 7. Ordu birliklerini zor duruma sokmak istediklerini anlıyorum. Buna meydan vermemek için, 3. Kolordu, İskenderun'a kuvvet çıkarılmasını engellemeye çalışılacaktır' emrini veriyordu. Bu emir yenilen bir imparatorluğun çekilen bir ordusunun komutanı tarafından o çekilen orduya verilmektedir. Yenilirken ve çekilirken bile büyük olmak bu olsa gerek.

Aynı gün Başkumandanlık Erkanıharbiye Riyasetine(Genelkurmay Başkanlığına) gönderdiği 17 numaralı 'çok acele' kayıtlı şifrede çok daha önemli tespitler yapıyor. Mondros Ateşkes Anlaşmasının hükümlerini ele alıyor ve en sonunda 'Çok ciddi ve samimi olarak arz ederim ki, Mütareke şartları arasında yanlış anlamaları giderecek tedbirleri almadan orduları terhis edecek ve İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak; İngilizlerin ihtiraslarının önüne geçmeye imkan kalmayacaktır' diyordu.

Adana'dan 8 Kasım'da Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya gönderilen raporun şu bölümü çok önemlidir: 'Her ne sebebe dayanılırsa dayanılsın İngilizlerle yapılan mütarekenin imza altına giren son şekli Osmanlı Devleti'nin selametini korumaya kefil olacak mana ve mahiyette değildir. Söz konusu maddelerin belirsizliklerinin ve neleri kapsadığının bir an evvel tespit edilmesi lazımdır. Yoksa İngilizlerin tekliflerine bugüne kadar olduğu tarzda karşılık vermede devam edildiği taktirde, bugün Payas-Kilis hattına kadar olan araziyi isteyen İngilizlerin yarın Toros'a kadar olan Kilikya bölgesini ve daha sonra Konya-İzmir hattının işgal lüzumu tekliflerinin birbirini izleyeceğini ve netice olarak ordumuzun kendisi tarafından sevk ve idaresi ve hatta Osmanlı Heyet-i Vükelası'nın(bakanlar kurulunun) Britanya Hükümeti tarafından seçilmesi lüzumu gibi tekliflerin karşısında bulunulması da uzak değildir…'

Uzağı görmek ve komutan olmak bu değilse nedir? Bir de soru; bilirsiniz ama, ben yine de soracağım: Sahi, uzakta olduğu halde muhtemel gelişmeleri olayların en yakınındakilerin göremediği netlikte gören bu general kimdir?