Özellikle gelişmemiş ve az gelişmiş ülkelerde birbirine karıştırılan en önemli hususlardan birisi, bilim ile siyaset ilişkilerinin tam olarak ortaya konulamamasıdır. Diğer bir deyimle bunu açıklayacak olur isek, siyasilerin seçilmiş olmalarından kaynaklanan ve kendilerini üstün görme tavırlarına genellikle rastlanmaktadır. Temelde bakıldığı zaman, ne siyasetin ne de bilimin üstünlüğü yoktur. Bunun aksine her ikisi de milletin emrinde olması gerekir. Ayrıca, bir husus üzerinde dikkatle durmak gerekir ise, gerek bilim ve gerekse siyasetin kulvarlarının birbirinden çok farklı olması gereği ortadadır. Ben bir siyasetçi olmadığım için, fiilen yapılan siyaset ile siyaset biliminin farkını bilmem de mümkün değildir. Yalnız, ülkemizde bilime bakış açısının pek de iyi olmadığı açıktır. Daha doğrusu bilim nedir ve ondan neler beklenmektedir, bunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bilimin kendi kulvarında, hiçbir etki olmadan ilerlemesi gerekir. Bilimde önyargılara veya doğmaya yer verilmemelidir. Kendi içinde de bir değişim ve devinim içindedir. En çok üzerinde durulan husus ise, bilimdeki gerçeklik nedir? Değişimler ne anlama gelmektedir. Biraz önce de üzerinde durduğum gibi, bilimde önyargıya yer yoktur ve tamamen sorular ve varsayımların ispatı üzerinde durulmaktadır. Bilinenleri bir sıraya dizerek, bilinmeyenlere doğru yapılan çalışmalardır. Bilim adamları, bilinen ve bilinmeyenler arasındaki, bir kulvarda; bilinmeyenleri bulmaya çalışan savaşçılardır. Bir araştırma sonunda bir veya birçok husus ortaya çıkmakla birlikte; çok sayıda bilinmeyenle ve sorularla karşı karşıya kalınmaktadır. Bu bakımdan bilim adamı demek, kendi konusunda her şeyi bilen demek değildir. Kimileri her şeyi çok iyi bildiklerini ifade etmekle birlikte, bilim adamlarının gerçekte bilmedikleri hususlar çok daha fazladır. Bir siyasinin konuşmalarındaki kesin ifadeleri, bilim adamlarının konuşmalarında bulamazsınız. Belki de bu husus, bilim adamlarını dinleyenler tarafından, bu da hiçbir şey bilmiyor, anlamını da verebilir. Burada bir hususu da açıklamak gerekir ki bilim adamlarının bu şekildeki konuşmalarını ortaya koyan husus, bilimin vüs'ati karşısında bildiklerinin azlığıdır. Yunanlı bilgin Sokrates ( MÖ, ---/ 399)'in 'Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir' sözünün geçerliliğini hala koruduğudur. Bu sözde iki husus vurgulanmaktadır. Birincisi bilimin sonsuzluğu karşısında insan oğlunun acizliğini ortaya koyması; ikincisi ise, bilim insanlarının mütevazı olmalarını vurgulamaktadır. Bundan aşağı yukarı, 15 asır sonra yaşamış olan Yunus Emre(1240-1320)'in 'İlim, ilim demektir/İlim kendin bilmektir/Sen kendini bilmezsin/ Ya nice okumaktır', dizeleri bizlere birçok gerçeği aynıyla anlatmıyor mu?

Siyasiler ne kadar gerçekleri ifade ediyor veya diğer deyimle, en azından fikirlerini ne kadar tevil ederek konuşuyor, bunun değerlendirmesi, halkımıza kalmış bir şeydir. Fakat gerçek anlamda, hep gerçekleri, daima gerçekleri söylediklerini, ifade etmek zor olsa gerektir. Burada, M. Kemal Atatürk'ün 'Halkıma asla yalan söylemedim' sözü üzerinde durulması gereken önemli bir ifadedir. Bunun yanında televizyon programlarında, daima arzı endam eden bazı bilim adamlarının sözlerini ibretle izliyorum. Siyaset ile bilimin birbirine ne kadar karıştırıldığının örneklerini her zaman görmek mümkündür. Eskilerin deyimi ile ' Ağır başak, eğik durur' sözü her zaman geçerlidir. Bunun yanında, Prof. olmuş ama söyledikleri safsata, sen ne biliyorsun ki! Sözleri de hiç yerinde olmayan sözlerdir.

Saygılarımla