Zafer, her millete yakışır ama Türke yakıştığı kadar hiç kimseye yakışmaz ya da bir başka ifadeyle en fazla Türke yakışır. Nasıl başlıyordu o muhteşem mehter marşı? 'Tarihi çevir nal sesi, kısrak sesi bunlar/ Delmiş Roma'nın kalbini mızrak gibi Hunlar/ Göktürkler, Uygurlar, Oğuzlar, Peçenekler/ Türk'ün yüce tarihine bin bir zafer ekler…'

Zaferler tarihinin bir de zaferler ayı var, aylar içinde, en muhteşem zaferlere sahiplik yapmış bir ay, ağustos ayı. Anadolu'nun kapısını açtığımız aydır ağustos ama Anadolu'nun kapısını yabancı niyetlere ve yerli ihanetlere de bir daha açılmamak üzere ebediyen kapadığımız aydır. Kilidi Malazgirt'te açtık, kilidi Sakarya'da vurduk, kapıyı hala zorlayan çapulcuyu da Kocatepe'den kattık önümüze İzmir'de denize döktük. Bir de Mohaç var 1526'nın 29 Ağustos'u, tarihin gördüğü en müthiş imha muharebesi, en hızlı biten savaş ve Macar Ovası ayaklarımızın altında. Yahya Kemal Beyatlı ne güzel anlatır: 'Bizdik o hücumun bütün aşkıyla kanatlı;/ Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı./ Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,/ Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle!..'

'Anadolu'nun kilidini açtığımız Malazgirt'i' de en iyi Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu anlatır 'Malazgirt Destanı' şiirinde. Bir ilk kıtasını alacağım bir de son kıtasını; güzel şiirdir, meraklısı tamamını internetten bulup okuyabilir: 'Aylardan ağustos, günlerden cuma/ Gün doğmadan evvel iklîm-i Rum'a/ Bozkurtlar ordusu geçti hücuma/ Yeni bir şevk ile gürledi gökler/ Ya Allah… Bismillah… Allahüekber/… Yiğitler kan döker, bayrak solmaya,/Anadolu başlar, vatan olmaya…/ Kızılelma'ya hey… Kızılelma'ya!!!/ En güzel marşını vurmada mehter/ Ya Allah…Bismillah… Allahüekber!.'

Kızılelma! Türkün yaklaştıkça uzaklaşan ezeli ve ebedi sevdası, milli ideali; Mohaç o yolda bir merhale, tıpkı Estergon gibi bir subaşı durak.

Sakarya; Başkomutanına hem 'gazilik şerefi' hem de mareşallik rütbesi kazandıran savaş; Atsız Hoca'nın ifadesiyle subaylar/yedek subaylar savaşı. Her yedi-sekiz şehitten birisi ya subay ya da yedek subay. Top seslerinin Ankara'da duyulduğu TBMM'nin Kayseri'ye taşınmasının konuşulduğu günler ve Dersimli Diyap Ağa'nın yeminden sonraki ilk ve tek konuşması: 'Efendiler biz buraya kadınlar gibi korkup kaçmaya mı yoksa erkekler gibi dövüşmeye mi geldik?' Diyap Ağa'nınki dil alışkanlığıdır yoksa o da bilir ve tarih de şahittir ki Türk kadını vatanı, namusu ve yuvası için cümle alemin erkeğinden daha yiğittir. Ve bir tarihi not, sonrasının tüm kurmaylarına ilham olacak bir strateji düsturu: 'Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz.'

Sakarya'yı da en güzel Necip Fazıl Kısakürek anlatır; o şiirden de bir bölüm almazsak noksan kalır: 'Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat;/Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!/Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,/Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;/Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için./Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?/Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,/Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur./Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?/Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük!../Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!/Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?'

Ve bir başka 26 Ağustos, ilkinden tam 851 yıl sonraki bir 26 Ağustos. Yahya Kemal'in 'Galip et, çünkü son ordusudur İslam'ın' diye Allah'a yalvardığı Türk Ordusu yeni bir hücuma kalkmaktadır. İngiliz askeri danışmanların 'altı ayda geçilmez' dediği Yunan istihkamları dört saatte hallaç pamuğu gibi atılmıştır; ordu Afyon Ovası'na akmaktadır. Ve o şanlı ordunun muzaffer Başkomutanı Kocatepe'den ufka bakmaktadır. Nazım Hikmet ne güzel anlatır: 'Sarışın bir kurda benziyordu./Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı./ Yürüdü uçurumun başına kadar,/ eğildi, durdu./ Bıraksalar/ ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak/ ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak/ Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacaktı...'

Nasıl atlamaz ki? «Dörtnala gelip Uzak Asya'dan/ Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan/ bu memleket bizim./ Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak/ ve ipek bir halıya benzeyen toprak,/ bu cehennem, bu cennet bizim' ebedi vatanımızdı.

Var ol büyük millet, ne mutlu sana, ne mutlu senden olana, sendenim diyene, diyebilene…