Hola! Buenos dias! Benim adım Sanchez… Kolombiya doğumlu olduğum için sizi ana dilim İspanyolca ile selamlamak istedim…

Bakmayın böyle entel dantel yazdığıma, aslında ben, siz Türklerin deyimiyle 'sığırın tekiyim!'

'Nasıl yani' dediğinizi duyar gibiyim. Durun izah edeyim efendim…

***

Ben deniz, Kolombiya'nın Magdelena Irmağı kenarındaki büyük bir hayvan çiftliğinde dünyaya geldim. Hereford ırkından bir tosunum. Atalarım İngiliz sığırıymış, nasıl olduysa vakit saat geldiğinde Güney Amerika'ya göçmüşler.

Bizim oralarda besicilik yapılan çiftlikler çok büyük olur. Binlerce büyükbaş hayvanla beraber yaşayıp duruyordum ben de… Aslında zamanla öğrendim ki çok olmak, biz sığırlar için pek de iyi bir şey değilmiş; ne kadar çok olursan o kadar ucuz olurmuşsun!

Çocukluk ve ilk gençlik günlerim, bizim çiftlikte geçti. Babamı hiç tanımadım, ama anlatıldığına göre Diego isminde kavgacı bir boğa imiş. Anam, Paulina isminde kendi halinde bir damızlık inekti. Bizde usuldendir, sütten kesilen buzağıyı anasından ayırıp yaşıtlarının arasına koyarlar. Anacığımdan ayrılınca çok üzülmüştüm ama doğrusu çabuk unuttum. Ne de olsa, yeni hayatım mükemmeldi… İyi besleniyor, yaşıtlarımla çok iyi vakit geçiriyordum. En iyi arkadaşlarım Alfanso ve Claudioidi. Geniş otlaklarda özgürce dolaşıyor, çiftliğin tadını çıkarıyorduk.

İlk aşkım – ve galiba sonuncusu – Jimena ile de orada tanıştım. Benden birkaç hafta küçük bir dişi buzağıydı. Biz Herefordlar, biraz mahcup bir sığır ırkıyız. Laf aramızda pek yakışıklı da sayılmayız. Bu nedenle cesaret edip Jimena'ya 'senden hoşlanıyorum' diyemedim. Alfonso'nun kız kardeşi Rosaline imdadıma yetişmese belki de Jimena, ona olan ilgimi hiç bilmeyecekti.

Çok becerikli birisiydi, Rosaline… Jimena'yı benimle arkadaşlık etmesi için ikna etmeyi başardığında dünyalar benim olmuştu.

Çiftlikte en mutlu günlerimi geçiriyordum. Arkadaşlarımla ve sevgilim Jimena'yla muhteşem bir hayatımız vardı. Yediğimiz önümüzde, yemediğimiz ardımızda!

Lakin o yağmurlu bahar günü, bir anda her şey değişiverdi!

***

O sabah,her zamanki gibi bizi ahırlardan çayırlara salmalarını beklerken başımıza geçirdikleri yularlar ile çekiştirerek kamyonlara doldurdular. Ne arkadaşlarıma ne de sevgilime veda etmeye fırsatım oldu. Üstü tenteyle örtülmüş bir kamyonun damperinde, saatler süren bir yolculuğun ardından kendimizi Kolombiya'nın kuzeyindeki Cartagena limanında bulduk.

"Bize ne yapacaklar" diye beklerken, bu defa da koskocaman bir geminin ambarına bindirdiler hepimizi. Geminin motoru çalıştığında duyduğum metal sesleri, kıymık gibi yüreğime battı. Hayatı çiftliklerde, doğal hayatın içinde geçen bir dana için bu seslerin ne kadar korkunç olabileceğini düşünün!

Nereye gittiğimizi bilmiyorduk. Yolculuğumuzun ne kadar süreceğini de. Ama doğrusu aylar süreceğini hiç birimiz tahmin edememiştik.

***

Hakikaten berbat bir yolculuktu. Birçoğunu ilk kez gördüğüm hemcinslerimin arasında, iğrenç kokular ve korkunç sesler arasında hiç bitmeyecek gibi duran uzun bir seyahat!

Haftalar boyunca sadece önümüze konan samanı yedik ve suyu içtik. Çiftlikteki güzel günleri, dostlukları ve sevgili Jimena'yı özleyerek geçen, elem dolu günler hiç bitmeyecek gibiydi.

Günlerden bir gün, ambar kapıları açıldı, uzun bir aradan sonra ilk defa güneş ışığıyla aydınlandık. İnsanlar konuşurken duydum, meğer Türkiye'nin en büyük kenti İstanbul'a gelmişiz.

"Ne işimiz var burada?" diye düşünürken bizi gemiden indirip yeniden kamyonlara bindirdiler. Kentin dışında derme çatma ahırların olduğu bir yere getirdiler. Adamın biri popomuza birer iğne vurdu. Ne vardı o iğnede bilmiyorum ama canımı çok yaksa da bana bayağı iyi geldi. Ne yesem yaramaya başladı, hayatımın hiçbir döneminde bu kadar kilo aldığımı hiç hatırlamıyorum!

***

Tam yeni yerimize alışıyorduk ki bizi satışa çıkardılar. Her gün başka adamlar geldi,yirmişerli otuzarlı gruplar haline bizi alıp götürmeye başladı. Sıra bize geldiğinde eski model bir BMC kamyonun damperine tıkıştırıldık. Yeniden yollara düştük.

İndiğimizde bir köydeydik. Sahibimiz bizi evinin arka bahçesindeki küçük bir ahıra doluşturdu. Yeni arkadaşım "Kınalı" ile burada tanıştım.

Anadolu'nun yerli ırkından simsiyah bir tosundu, Kınalı... Benden birkaç ay küçüktü. "Çok şükür henüz kapak atmadım, senden biraz daha uzun yaşayacağım" diye sırıtmıştı ilk tanıştığımızda.

Sizin deyiminizle çok 'gıcık' bulmuştum önce yeni arkadaşımı… Meğer doğru bildiğini lafını esirgemeden söylediği için bana öyle gelmiş. Çok yakında Türklerin kurban bayramı olduğunu, bizleri ta Kolombiya'dan 'kurban etmek' için getirdiklerini de ondan öğrendim.

Çok korktum tabii… Ölecektim! Hayatım bir film şeridi gibi aktı gözlerimin önünden. Anamdan emdiğim sütün tadı, dostlarım Alfanso ve Claudio ile çiftlikte geçen neşe dolu günlerim, Jimena'nın güzel gözleri…

Sonra öfkeyle sordum Kınalı'ya… 'Neden?' dedim, 'Neden Türklerin bayramları için Kolombiyalıların sığırları kurban ediliyor?'

Acı acı güldü… 'Eskiden Türkiye'de besicilik çok yaygındı.' cevabını verdi. 'İnsan sayısından çok daha fazla büyük ve küçükbaş hayvan vardı.'

'Ne oldu onlara? Türkler hepsini kesip yedi mi?' diye sordum.

Meğer tam olarak mesele bu değilmiş. Önce Türkiye'de köy hayatı bitirilmiş. İnsanlar köyden kente göç edince besicilik yapanlar azalmış. Bunun yerine Kolombiya'daki gibi besi çiftlikleri kurmayı denemişler. Hatta besicilere bankalardan ucuz krediler vermişler. Ama işe yaramamış. Çünkü hayvan beslemek pahalı bir iş haline gelmiş. Yem fiyatları çok pahalıymış. Çiftliklerde kullanılan elektrik, su filan da öyle… Bir de üstüne vergiler eklenince, artık besicilik para getiren bir iş olmaktan çıkmış.

Kınalı'nın anlattıklarına bakılırsa, birileri de bu durumu fırsata çevirmesini bilmiş. Canlı hayvan ithalatına kolaylık sağlamışlar. Böylece eşlerine dostlarına Kolombiya gibi uzak ülkelerden sığır getirterek parayı kırışmışlar. Daha evvel besicilikle uğraşanlar da getirilen hayvanları satın alıyor, 4-5 hafta besledikten sonra kurban bayramında satıp zahmetsiz para kazanıyorlarmış.

'Her sene Türkiye'de kurbanlık fiyatı biraz daha artar' diyor Kınalı… 'Parayı ithalatçılar, aracılar, karcılar kazanır… Sığırlar ise hep kaybeder!'

Ha bu arada… Popomuza vurulan iğne de pek öyle makbul bir ilaç değilmiş…

Kınalı öyle diyor!

***

İşte benim hikayem bu… Kurban bayramında beni keserken şu okuduklarınız aklınıza gelsin de biraz akıllanın diye yazıyorum bunları…

Beni kurban ettiğiniz için üzülmeyin sakın! Aslında gerçek kurban, sizsiniz… Bunu fark ettiğinizde çok şey kazanacaksınız.

Hadi bana eyvallah… Sanchez gider… Aaadiiiooooos!