Erken gelen bir sonbahar akşamı sanki, serin mi serin, arka balkondayım, sessizliğin koynunda. Önce ezan sesi geliyor minareden sonra içimdeki hüzün depreşiyor ve bilgisayarda hem Sivas-Malatya uzun havalarını buluyorum hem de yazmaya çalışıyorum. Hüzünle karışık bir yazı olacak muhtemelen; kendi hüznüme sizi de ortak edeceğim için lütfen kusura bakmayınız.

Güzeldir bizim oraların türküleri. Anadolu bozkırının ortasında bir yeşillik vadisidir benim doğup büyüdüğüm topraklar. Sivas-Malatya-Maraş-Kayseri arasında ve de Tohma'nın kıyısındadır Gürün. Şarkı bilmezdik biz, türkü çığırırdık o topraklarda. Çoğu dert yüklü türküler! Nasıl olmasınlar ki, insanımızın öyküsüdür o türküler ve insanımız ya vatan topraklarını beklemek için serhatlere ya da evin rızkını sağlamak için gurbete gönderdiği koç yiğidinin hasreti ve bir daha görememenin acısıyla doludur.

Bizim oralarda sonbahara 'güz' denir ve güz erken gelir. Güz geceleri sessiz ve serin olur. Ya uzaktan bir uzun hava duyarsınız ya da yakınlarda kurbağa sesleri. Bir de ırmak boyunca selvilerin rüzgarda bir sağa bir sola sallanırken çıkardıkları hışırtıları. O uzayıp giden gecelerin bitmeyen sessizliğinde ben hep uhrevi bir hava koklamışımdır. O kokuyu hala duyduğumu sanırım.

Ben Sivas dedim, siz Anadolu deyin. Siz Artvin, siz Van, siz Afyon, siz Maraş, siz Edirne deyin. Bu topraklar, Türkün şanıyla, şerefiyle dolu olduğu kadar acısıyla da doludur. Acıların mekanı ve acıların dindiği mukaddes beşik. Balkanlar'dan akın akın öz vatana gelenlerle Kafkaslar'ı aşıp gelenlerin acılarının harmanlandığı ama umutlarının da yeşerdiği mübarek topraklar. Kederde, tasada, sevinçte, kıvançta kısacası kaderde bir ve beraber olan insanlar.

Hüznün beni getirdiği son durak umut durağıdır bu akşam. Geleceğe bakarken umutlanmamız için o kadar çok sebebimiz var ki! Tek başına geçmişimiz yeter şanlı geleceği anlamamız için. Bu harman bin yıllık bir harmandır, kolay savrulmaz öyle üç beş yabayla. Kollar yetmez dağıtmaya, ayaklar taş kesilir çiğnemeye kalkarsa. Sadece türküler yoktur o harmanı karanların dilinde, dualar naralarla biraradadır ve akan sadece ter değil tere karışmış şehit ve gazi kanıdır. Aksakallı dedelerin ak saçlı ninelerin duaları ile kınalı kuzusunu serhate gönderen analarla koç yiğidini Yemen'den döner diye yıllarca bekleyen eli kınalı gelinlerin yakarışı, birlikte çınlar hala bu vatanın semalarında.

Sivaslı bir şairdir Yavuz Bülent Bakiler; ben lise yıllarımda tanıma şansını yakaladım Yavuz ağabeyi. Onun birçok şiirini yıllarca ezbere okumuşluğum vardır gençlik dönemlerimde kitleler karşısında. Hepsi birbirinden güzel, hepsi birbirinden anlamlıdır. Onun 'Antepli Şahin' şiiri 'Ben Antepliyim, Şahin'im ağam./ Mavzer omuzuma yük./ Ben yumruklarımla dövüşeceğim./ Yumruklarım memleket kadar büyük' diye başlar 'Hey, hey! Yine de hey hey!/ Kaytan bıyıklarım, delişmen çağım/ Düşman kurşunlarına inat köprübaşında/ Memleket türküleri çağıracağım' diye devam eder gider.

Biz yumruklarımızla dövüşeceğiz ve biz köprübaşında memleket türküleri çığıracağız yedi düvele inat. Bizim türkülerimiz güzeldir beyler, bizim türkülerimiz susmaz, susturulamaz. Aşık Veysel'in dediği gibi 'Biz Türküz, türkü çığırırız.'