Ünyeli Hilmi Dayı, çay ocağındaki küçücük masalardan birinde tek başına oturuyordu. Ocakçıya çay kaşığıyla şeker karıştırıyormuş gibi bir işaret yaptı, "tavşan kanı olsun!"

Yan masada üç günlük bir gazete vardı, uzanıp aldı. Memlekette her şeyin yolunda olduğu yazıyordu. Çok şükür güllük, gülistanlık bir ülkede yaşıyorduk. "Allah başımızdakilere zeval vermesin." diye iç çekti.

Çayı getiren ocakçıdan kalem istedi. Adam, ütüsüz gömleğinin yakasına tutturulmuş tükenmez kalemini uzattı.

Hilmi Dayı'nın 15 dönüm fındık bahçesi vardı. Ailesinin bütün ekmek teknesi babadan kalma bu bahçeydi. Bu sene verimli geçmiş, Cenabı Allah fındık bahçelerine bereket yağdırmıştı. Dönüm başına 200 kilodan tam üç ton fındıkları olmuştu. Fındık borsası her ne kadar sekiz buçuk lira başfiyat açıklasa da piyasada durum biraz daha iyi idi. Lise ikiye giden biricik evladı Necla ile oturup bir hesap yapmışlar, dokuz buçuk liradan sattıkları üründen yirmi sekiz bin beş yüz lira kalacağını hesaplamışlardı.

Gazetenin baş sayfasının yarıya yakınını kaplayan siyasetçi fotoğrafının üzerine 28.500 yazdı. "Elhamdülillah!" diye iç çekti.

Sonra masraflarını hesaplamaya koyuldu. Her masraf kalemini yazdıkça (-) işareti koyup alta kalanı yazarak devam ediyordu.

Her sene mevsimlik işçileri ayarlayan Adıyamanlı Nurullah'ın günlük yevmiyesi 60 liradan...

Fındık çuvallarını taşıyan katırcı Kadir'e üç beş kuruş vermek lazım....

Patozcu Recep, fındıkları ayıklamak için makinenin saatine 125 lira alır.

Otları biçmek için orakçılara verilecek yevmiyeyi unuttuk... Onlar da en az iki yüz ister şimdi...

Gübre atmıştık... Geçen sene dönümüne üç yüz müydü, üç yüz elli mi, öyle bir şey...

Fındık kurdu ilacı kaçaydı yahu...

Sonra filiz güvesi, mayıs böceği, Amerikan kelebeği, uç kurutan, sinek ilaçları...

Budamaydı, gübrelemeydi, ilaçlamaydı, sürgün temizliğiydi... Neyse, onların işçiliğini kendimiz yapıyoruz. Masraf yazmaya lüzum yok...

Son eksiyi de koyduktan sonra kalan hanesine baktı: 1000 lira yazıyordu.

Bu sene kireçleme yapması gerektiği aklına geldi sonra... Onu da eksi diye ekleyecekti ki gelecek senenin gideri kabul edip vazgeçti.

1000 lira kar vardı! Harca harca bitmez!

Ama moralini bozmadı. Dönüm başına verilen destekleme geldi aklına... Oradan gelecek parayla geçinmeye çalışacaktı.

Bu kadar uğraşmasa, fındığı bahçede bıraksa, yan gelip yatsa da destekleme parası alacağını biliyordu. Ama bunu düşünmek bile istemedi. Günahtı, koca fındık bahçesine emek etmemek...

Hilmi Dayı'nın iki kardeşi vardı. Kız kardeşi Trabzon'da evliydi. Erkek kardeşi ise Diyarbakır'da polis... Her sene bu zamanlar izinlerini alıp fındık toplamaya yardıma gelirlerdi ya senelerdir köy işi yapmadıklarından pek faydaları olmazdı.

Lakin fındıkta onların da hakkı vardı. Masraflar düştükten sonra kalanın üçte ikisi onlarındı...

Çayından son bir fırt çekti Hilmi Dayı... Cebinden çıkardığı bir lirayı ve ocakçının kalemini çay tabağına bırakıp kalktı.

Vakit geç oluyordu. Köyüne giden dolmuşun kalkmasına bir saat kalmıştı. Sabah evden ayrılırken hanımının siparişleri vardı. Cüzdanından katlanmış bir kağıt parçası çıkardı. Sıvı yağ, şeker, un, çay...

Listenin en sonunda biricik kızının siparişi vardı: Fındık ezmesi!

Necla, tutumlu bir kızdı. Öyle abur cubura para harcamazdı. Ama tek lüksü, fındık ezmesiydi... Sabahları okula gitmeden kahvaltıda ekmeğe sürüp yemeye bayılırdı. Senede bir defa istediğini almak onun da hakkıydı.

Raftan yüz seksen gramlık bir cam şişede fındık ezmesi aldı. Çıkışta diğer siparişlerle beraber ücreti öderken fındık ezmesine 11 lira doksan kuruş ödediğini fark etmedi bile...

Hilmi Dayı'nın yüz seksen gram ezme alabilmek için yaklaşık bir kilo iki yüz elli gram kadar fındık satması lazımdı.

Ya da başka bir deyişle bir kilo fındık ezmesi almak için on üç kiloya yakın fındık satması...

Üstelik masrafları da düşersek çok daha vahim bir tablo ortaya çıkıyordu...

Hilmi Dayı minibüse giderken dudaklarına bir Karadeniz türküsü pelesenk olmuştu: "Yine yeşullendi finduk dallari, ne olacak acep yarin halleri?"