Biz imparatorluklar kurmuş ve imparatorluklar batırmış bir milletiz. Lütfen dikkat ediniz, 'birçok devlet' demiyorum, özellikle imparatorluk diyorum. Hanedanlıklar, beylikler başkadır, devlet başkadır. Devlet tektir, ezelden gelip bir nehir gibi ebediyete akan büyük Türklük ve onun devleti olan Türk devletidir. Osmanlı da Selçuklu da aynı milletin hanedanları ve aynı tek devletin devamlarıdır. Son cihan imparatorluğumuz Osmanlı'nın yükselişinden de düşüşünden de çıkaracağımız dersler olmalı. Hele de yeni bir eğitim ve öğretim yılı başlarken ve hele de artık her gün bir yenisiyle karşılaşmaktan şaşkına döndüğümüz müfredat ve sistem değişiklikleri ardı ardına gündeme düşerken.

Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz yeni sistemle ilgili tartışmalar üzerine 'en ileri ve çağdaş eğitimi veriyoruz' demiş. Gönlünden geçenin bu olduğuna inanıyorum ama ne yazık ki bu ülkenin gerçeği bu değildir. Eğer biz 'kendi kendimizle yarışarak birinci gelmenin' aldatıcı mutluluğu yerine ötekilerle yarışmanın yürek yakan ve maalesef daha da acısı yüz kızartan sonuçlarıyla yüzleşirsek; gerçeğin hiç de Sayın Bakan'ın dediği gibi olmadığını görürüz.

Uluslararası kurumların yaptığı çok ciddi ölçümler ve sıralamalar var. Ne yazık ki bu ölçümlerde ve sıralamalarda hep sonlarda yer alıyoruz, ya sondan birinciyiz ya da en iyisi olarak üçüncüyüz. Bu sadece öğrenciler için söz konusu değil, öğretmenlerimizin durumu da aynı, hatta daha kötü. İyi öğrenciyi iyi öğretmenler yetiştirir, iyi öğretmenleri de iyi üniversiteler. Ama üniversitelerimizin uluslararası sıralaması da hiç yüz ağartıcı değil. Yapılan tespitlerde ilk üç yüze girebilen üniversitemiz maalesef yok. Biz ilk üç yüzden sonraki sıralarda yer bulabiliyoruz. İlk beş yüz üniversite arasında beş altı üniversitemiz ya var ya yok.

Yarış, dünümüzle bugünümüz arasında değil. Öyle olsa işimiz kolay. Çok önemli sarsıntılar dışında tüm milletler dünyadaki gelişmeye paralel olarak daima az veya çok gelişir ve kendi dününü geçer. Marifet dedeyi ya da babayı geçmek değil, marifet ötekileri, hani, şu asırlarca dedelerini geçtiğimiz ne yazık ki son üç asır da geçildiğimiz batılıları, başka bir ifadeyle, 'küffar' diyerek küçümsediklerimizi geçmek. Ne yazık ki bu konuda bırakın onları geçmeyi, onlara yetişmeyi, her geçen gün aramız biraz daha açılıyor. Dünya yeni bir devrime, dördüncü sanayi devrimine geçerken biz hala onların terk ettiği ikinci devrimden üçüncü devrime geçme çabasındayız.

Şurası unutulmasın ki Osmanlıyı Viyana önlerine gönderen -iman ve fıtrattaki meziyetlerini en iyi şekilde değerlendirmesini sağlayan- bilim ve teknikteki üstünlüğüdür. Ama Viyana önlerinden geri döndüren de -aynı iman ve aynı fıtrata rağmen geri döndüren de- en şaşaalı günlerinde önce ilim ve tekniğe sırt çevirmesi, sonra da bu yarışta devre dışı kalmasıdır. On altıncı asra kadar Osmanlı ilim ve fenninin iki zirvesi olan Fatih ve Süleymaniye Seman medreseleri ne yazık ki on yedinci asırda 'fen bilimlerine' ya da yaygın söylemle 'müspet bilimlere' kapısını kapatmıştır. Daha doğrusu o bilimler, yani matematik, geometri, fizik, kimya ve astronomi ve dahi tıp Şeyhülislam Ebussuud Efendi'nin fetvasıyla bu medreselerden kovulmuştur. Osmanlı Türkleri, çocuklarına 1912'ye kadar fizik öğretmemiştir/öğretememiştir. Ama yabancı dil bilen ve ekonomik durumları Müslüman Türkten çok daha iyi olan azınlıkların yurtdışında okuyan çocukları bilimin bütün disiplinlerini öğrenmişlerdir.

Ebussuud Efendi sadece fen bilimlerini kovmamıştır medreselerimizden 'Kur'an öğrenmenin dışında yabancı dil Müslümana caiz değildir' diyerek yabancı dil öğrenmeyi de yasaklamıştır Müslüman Türke. Onun içindir ki yıllarca bizim hariciyemiz hep yabancılara teslim olmuştur. Ta ki, tercüman odası kuruluncaya kadar önce Eflak-Boğdan asilzadeleri, sonra Fenerli Rum beyleri, nihayetinde de Ermeni vatandaşlarımız oluşturmuştur hariciye bürokrasisini. İlk fırsatta isyan eden ve bizden ayrılan üç gayrı Türk ve gayrı Müslümana mecburiyetin temelinde o şeyhülislam yasağı vardır ne yazık ki.

Konu uzun ama önemli, hem de hayati ölçüde önemli. Yer bitti ama yazacaklarım bitmedi, kısmet olursa pazartesi günü kaldığım yerden devam edeceğim. Çünkü konu oldukça önemli; hem de hayati ölçüde önemli.