Birkaç gündür aynı konuyu, Osmanlı'nın okuryazarlığını ya da tersinden söylersek okumaz yazmaz oluşunu irdeliyorum ve bu cehaletin Osmanlının yıkılışındaki etkisini anlatmaya çalışıyorum. Derdim, Osmanlıyı yargılamak ve hele de mahkûm etmek değil. Buna ne Osmanlıya olan ilgim ve sevgim elverir ne de gücüm yeter. Sadece benim değil, kimsenin gücü yetmez. Osmanlı hanedanı, Batı Türklüğünün en büyük temsilcisidir. Bize düşen onu anlamak, yükselişinden de yıkılışından da günümüze ve yarınlarımıza dersler çıkarmaktır. Osmanlı torunu olmak, öncelikle Osmanlıyı doğru öğrenmeyi gerektirir.

Daha önce de dün de yazdım; Osmanlı en kudretli anında müspet bilimlere sırtını dönmüş ve herkesin önünde eğildiği günlerde içten içe çürümeye başlamıştır. Bu çürümeyi uzun bir süre ne kendisi fark etmiştir ne de dışındakiler. Kanuni'nin devşirme damat sadrazamlarının başlattığı rüşvet ve devlet hazinesini yağmalamaktan daha vahim olanı cihan imparatorluğunun çağın bilim ve fenninin dışında kalmasıdır. Batı aydınlanması ve kalkınmasının temelinde; nasıl kitap ve okuryazarlık varsa, Osmanlının geri kalmasının temelinde de kitapsızlık ve okumaz yazmaz olmak vardır.

Batı dünyası kitaba dayanarak geliştirdiği Reform-Rönesans- Aydınlanma süreci ile 19'uncu yüzyılda tam zirveye oturmuştu. Avrupa'da 1636-1736 arasında 1.225. 000 kitaptan 1.1 milyar nüsha basılmıştı. 1736-1836 arasında ise 1.839. 000 kitaptan 2-2.5 milyar nüsha basılmıştır. Osmanlıda ise 1820-1908 arasındaki seksen sekiz yılda 10.782 kitap basılmıştır ki yıllık ortalaması 122 kitaptır. Kitaplar ortalama 200 adet satmaktadır. Bu tespit Necip Asım Yazıksız'a ait. Necip Asım 1893'te 'İstanbul'da kitap dostu olarak 200 kişi olduğu anlaşılıyor. Dostlarımızın bu kadar az olduğuna üzülmem. Artacak, 2.000 olacak' diyordu.

Fransız yazar ve düşünür Rabelais daha 1530'da 'Artık okumayan kalmadı. Hırsızlar, cellatlar, meyhaneciler, seyisler ve halkın aşağı tabakası bile eskilerin doktor ve alimlerinden daha bilimli, kadınlar bile okuyor' diye yazarken Reisülküttap Atıf Efendi, ondan 268 yıl sonra 1798'de 'Fitne, fesat… Volter ve Russo demekle ünlü olan zındıkların ve onlar benzeri inkarcıların bir eseri… Alaylı şekilde halk dili ile yazdıkları ve basıp yayınladıkları çeşitli yazılar 'her yeni şey tatlıdır' kavlince çocuklar ve kadınlara varıncaya kadar halk arasında ilgi görmüş ve okumaya devam ettikçe dinsizlik ve fesat, frengi hastalığı gibi, ırkların dimağlarına yayılarak inançlarını bozmuştur' diye kalem oynatıyordu.

Çağdaş eğitim konusunda II. Abdülhamit ve onun vazgeçilmez sadrazamı Küçük Sait Paşa'nın gayret, hizmet ve himmetleri asla görmezden gelinemez. Abdülhamit'in 33 yıllık saltanatında Küçük Sait Paşa tam sekiz defa sadrazamlık koltuğuna oturmuştur. Bu 33 yılda o zaman 'iptidai' denilen ilkokullar 200'den 5.000'e, 'rüştiye' denilen ortaokullar 250'den 600'e, 'idadi' denilen yüksekokullar ise 5'ten 104'e çıkarılmış, 10.000'e yakın sıbyan mektebi de yeni usul eğitime dönüştürülmüştür. Ancak bu sayı oldukça yetersizdir ve öğretmen yetersizliği, eğitim müfredatı emeklerin tam karşılığının alınmasını engellemiştir. Abdülhamit Han, 1892 tarihli bir İrade-i Seniye'de 'İslam köylerinin çoğunluğunda mektep olduğu halde karye(köy) imamlarının ehliyetsiz olmalarından dolayı mektepler için hocalar yetiştirilmesi gereklidir' diyordu.

Biz ilk öğretmen okulunu(Darülmuallimin) 1848'de, ikincisini ise 'Darülmualimin-i Sıbyan' adıyla ancak 1868'de açabildik.

MERAKLISINA: Ben bu bilgileri Prof. Dr. Bayram Kodaman'ın 'Abdülhamit Devri Eğitim Sistemi', Prof. Dr. Enver Ziya Karal'ın 'Selim III'ün Hatt-ı Hümayunları', Tahsin Ünal'ın 'Türk Siyasi Tarihi' ve Orhan Koloğlu'nun 'Osmanlıcadan Türkçeye Okuryazarlığımız' kitaplarından derledim. İlgilenenler o kitaplarda çok daha geniş bilgiler bulabilir.