Komplo teorileri ya da 'birilerini şeytanlaştırarak kendini melekleştirme' kurnazlarının kullandığından çok daha ayrı ve çok daha kapsamlı olarak söylemek zorundayım ki her gelen gün her geçen günü aratacak ölçüde belalara gebe. Dışta bir türlü doğru değerlendiremediğimiz, onun için de doğru tavır koyup engelleyemediğimiz tezgahlar, içeride kimileri etnik hesapların, kimileri de siyasi ve ekonomik rant sevdalarının beslediği ihanetler birbiriyle yarışıyor. Ve biz birtakım şarlatanların soytarılıklarına takılıp asıl gündemden uzaklaşıyoruz.

Birileri müfredatı değiştiriyor, daha doğrusu değiştireceğim derken yüzüne gözüne bulaştırıyor. Elin adamının çizdiği bir karikatürü -telif ücreti ödemekten vazgeçtim- izin alma ihtiyacı duymadan yeni müfredatın yeni kitabına koyuyor, diğeri de bacak kadar çocuğa yanlış anlaşılmaya son derece müsait fıkhi terimleri deli saçması sözlerle anlatmaya kalkıyor. Görevleri çocuklarımızın ' talim ve terbiyesini sağlamak' olan 16 profesyonel izinsiz kullanılan karikatürün müstehcenliğini görmüyor! Hayret!

Batıda kuşatılıyoruz, dün 'İlk hedefiniz Akdeniz' talimatıyla Afyon'dan yola çıkan Türk askerinin İzmir'de denize döktüğü palikaryanın torunları bugün bizi Ege'de kuşatıyor. 16 ada, adacık ve 160 kadar kayalık Yunanlılar tarafından işgal edilmiş durumda. Herkes görüyor, herkes biliyor ne gariptir ki bir emekli albay ve birkaç gazeteci dışında herkes susuyor. Milli hassasiyet iddiası herkesten fazla olan/olması gerekenler dahil herkesin üzerinde bir ölü toprağı. Yarınlarda hava sahası ve kıta sahanlığı gibi iddialara hazır olmamız gerek, ama umurumuzda değil.

Güneyimizde dokuz yüz küsur kilometrelik yeni bir duvar örülüyor. Hayır, bizim ördüğümüz üç metre yüksekliğinde bir metre genişliğindeki beton duvardan bahsetmiyorum, Amerika ve İsrail'in koordinasyonunda örülen Suriye ve Irak hattındaki PKK/PYD/Barzani taşeronluğundaki Kürdistan duvarından bahsediyorum. O duvar, bizim için kapalı ama Büyük Kürdistan için ardına kadar açık, bugün değilse de yarın o kapıdan girecekler bu topraklara. Ve biz kıçı kırık birkaç müteahhitlik, birkaç varil petrol ticareti uğruna yıllarca sessiz kaldık. Zoraki çıkan kınama sözlerinin bir anlamı da yok. Bunu o cılız seslerin sahipleri de muhatapları da o büyük projenin üst akıllıları da biliyor.

Daha dün çadırında saz çalıp türkü çığırdığımız, Ankara salonları ya da Diyarbakır meydanlarında 'Türkiye seninle gurur duyuyor' diye alkışladığımız Kak Mesut, artık bize kafa tutuyor, sınırları kabul etmeyecek olanları sınırları kendileri çizmekle tehdit ediyor. Kerkük gitti gider, bize türküler yadigar kalır. Yan Kerkük, ağla Kerkük… Nasıl olsa bizim yüreğimizde yanacak hassasiyet, gözümüzde sana dökülecek kan yok. Bari kendi derdine kendin yan, kendi acına kendin gözyaşı dök.

Tam da bu sırada bir soytarı çıkıyor; üç resim paylaşıyor sosyal medya hesabından. Üçüncü umurumda değil ama ikisi önemli; birinde Osmanlı Sultanı Vahdettin ve Almanya gezisinde kendisine refakat eden fahri yaveri Mustafa Kemal Atatürk, diğerinde ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve FETÖ suçlamasıyla yargılanan yaveri bilmem kim.

Şarlatan bu resimlerin yanına da 'Ah şu yaverler/ Ne geldiyse yaverlerden geldi' yaverlerini yazıyor ve aklınca Atatürk'e hakaret ediyor. Söyler misiniz, FETÖ suçlaması ve darbe ihanetiyle yargılananla Atatürk'ü aynı kefeye koymak hangi aklın, hangi meşrebin, hangi görevlinin işidir? Sen kim Atatürk'e hakaret kim? O Everest'in zirvesinde sen en derin çukurun en dibindesin. Senin herzelerin ve balgamın onun ayağının altına bile erişemez. Ama sen bu şarlatanlığınla asıl gündemi saptırıyorsun. Asıl günah bu, asıl felaket bu.

Senin övmeye kalktığın Vahdettin'i de senin aklınca yermeye kalktığın Mustafa Kemal Paşa'nın hizmetlerini de yazarız bu sütunlarda. Senin için değil, birincisi bu ülkenin namuslu ve haysiyetli evlatları, ikincisi de senin arkandaki gizli şarlatanlar için. Birinciler sevinsin, bir kere daha gururlansın, ikinciler bir kere daha kahrolsun diye.