Bakmayın siz tüccar dediğime, doğrusu komisyoncudur. Bunu bizim insanımızı küçümseme anlamında asla kullanmıyorum ama ekonomik dengelerin dengesizliğe dönüştüğü bir dünyanın gerçeğidir bu ve biz kendi gerçeğimizle yüzleşmeden fındığın sorunlarına 'yerli ve milli' bir çözüm getiremeyiz. Ve bazı tabirleri bilmeden de ne fındığı ne de fındık üzerinde oynanan ülke dışı oyunları, kurulan kumpasları anlayabiliriz. Üç kelime ya da üç kavram; alivre, açık pozisyon ve emanet ve bir de fındık borsası hikayesi ve Fiskobirlik efsanesi.

Türk Dil Kurumu 'alivreyi, önceden satış' olarak açıklar. Konuya aşina olmayanlar, 'Bununla fındığın ne ilgisi var?' diye soracaklardır haklı olarak. Var, hem de çok var. Fındık temmuz ayının ikinci yarısından itibaren toplanır, ağustosta kurutulur, eylül başında da pazara iner ama daha şubat ve marttan itibaren spekülasyona konu olmaya başlar; daldaki fındık az sayıdaki spekülatör arasında kağıt üzerinde alınır satılır. Eylül ayına gelindiğinde; Türk fındığının neredeyse yüzde kırkı eylül, ekim, kasım, aralık aylarında teslim edilmek vaadiyle alınır satılır. Alanlar sanayiciler, satanlar sayıları yirmi kadar olan Avrupalı büyük spekülatörler ve onların ülkemizdeki komisyoncuları ya da ticaret arkadaşları. Bu olmayan fındığın alınıp atıldığı kumar piyasasında almadığı malı satan tüccara 'açıkçı', satmadığı malı alana da 'malcı' denir. Malcı zamanı geldiğinde fiyatların yükselmesini, açıkçı ise düşmesini ister, istemekle kalmaz, gerçekleşmesi için akla gelen her metodu dener. Fiyatlar düşsün ki martta, nisanda kağıt üzerinde üç kuruşa sattığı fındığı eylül, ekim, kasım ve takip eden aylarda iki kuruşa, mümkünse bir kuruşa alsın, karını ikiye üçe katlasın, kar üstüne kar sağlasın. Az sayıdaki güçlü ve organize 'açıkçı tüccarın' çıkarı ile çok sayıdaki dağınık ve ekonomik açıdan güçsüz üreticinin çıkarı terstir ve çoğu kez belirleyici olan da az sayıdaki güçlüler lobisidir.

Alivreci ve 'açıkçı tüccar' lobisinin ekmeğine yağ süren ve siyasetçilerin desteğinden daha fazla katkı sağlayan bir unsur da 'emanet' uygulamasıdır. Üreticinin 'açıkçı tüccara' sıfır hatta eksi faizle kredi açması demek olan bu uygulama, özellikle eylül, ekim, kasım aylarında açıkçı spekülatörlerin hem beş kuruş ödemeden büyük miktarda mal bulmasını sağlamakta hem de fındık fiyatlarının akıl almaz şekilde düşmesine sebep olmaktadır. Emanet usulü giderek bir ihanete dönüşmekte, daha doğrusu depolama ve dolayısıyla saklama imkanından mahrum üretici, kendi eliyle ve kendi fındığı ile kendi geleceğine hançer saplamaktadır.

Üreticinin emanet fındık bırakması yanlıştır ama bundan dolayı üreticiye yüklenmek daha da yanlıştır. Arazilerin giderek bölündüğü ve aile başına fındık miktarının her geçen gün azaldığı bir ortamda üreticiye lisanlı ve güvenilir depo imkanı sağlamadan onu aracıya teslim olmakla suçlamak insafsızlık olur. Geçmişte bu işlemi Fiskobirlik yapardı, günümüzde artık o kurumun sadece adı vardır, kendisi yoktur.

Fiskobirlik'i de, şu Hamburg fındık borsası hikayesini de anlatacağız ama yine sayfanın sonuna geldik. Kısmet olursa onları da yarın anlatalım.