İçimizden birileri yıllarca onları suçladı 'Misak-ı Milliye ihanet ettiler; Musul'u sattılar' diyerek. Kimileri bilgisizdi, kimileri de yalancıydı. Birinciler ikincilerin kurbanıydı; onlara söyleyecek sözümüz yok ama ikinciler var ya o ikinciler onlara ne söylesek az.

Onlar, yani Milli Mücadeleyi yapanlar, püsküllünün 'keşke galip gelselerdi' dediği bir başkasının hem de onların topladığı ve açtığı Meclis'te oturma şansını yakalamış birisinin 'Anadolu'ya hiç çıkmadıklarını' öne sürdüğü Yunanlıları denize dökenler. Onlar, dünya tarihinde ilk defa galiplerin dayattığı barış şartlarına 'hayır' diyerek başkaldıran kahramanlar. Onlar, Asya'nın ve Afrika'nın sömürülen mazlum milletlerine öncü ve örnek olan Kuvayı Milliye kadroları. Onlar Mustafa Kemaller, Kazım Karabekirler, Rauf Orbaylar, Mareşal Fevzi Çakmaklar, Ali Fuat Cebesoylar, İsmet İnönüler ve diğerleri. Onlar ne Misak- Milliye ihanet ettiler ne de Musul'u ve Hatay'ı unuttular. Onlar sadece zamanın gelmesini ve şartların olgunlaşmasını beklediler; çünkü onlar kurmaydılar, günlük heyheylenmelerle değil milli stratejiler ve uzun vadeli planlarla hareket ederlerdi.

Lütfen, giriniz bir internete, İstiklal madalyası yazınız ve çıkan fotoğrafa dikkatle bakınız, orada Ankara'dan, Büyük Millet Meclisi'nden doğan güneşin ışıklarından birisinin Musul'un, diğerinin de Hatay'ın üzerine düştüğünü göreceksiniz. O güneş Misak-ı Milli sınırları içindeki Türk vatanını aydınlatır, ısıtır, bolluğa ve berekete boğar. Yok, hayır, tesadüf değildir o ışıkların Musul'a, Hatay'a uzanması, şuurlu bir tercih, milli bir karardır. İstiklal madalyasının nasıl olması gerektiğini belirten 1 Eylül 1923 tarihli Bakanlar Kurulu kararnamesinde aynen '… bir tarafında Misak-ı Milli hududu dahilindeki vatanımızın haritasının diğer tarafında Büyük Millet Meclisi'nin tarihi küşadı ve madalyanın tesis tarihinin bulunması muvafık görülmüştür' yazar.

O güneşin peşinden koşanlar Hatay'a ulaştılar, ne yazık ki ömürleri Musul'a el atmaya daha doğrusu Musul'u da emperyalizmin elinden çekip almaya ve anavatana katmaya yetmedi, yoksa el attılar, hem de en zor şartlar altında. Biz batıda Büyük Taarruza hazırlanırken ve bütün kuvvetleri batıya yığarken sadece bir orduyu olduğu yerde tuttuk. O ordu Diyarbakır'daki Elcezire ordusuydu ve hedefi Musul'du, Kerkük'tü, Süleymaniye'ydi, Erbil'di. Kafkas Fatihi Özdemir Paşa ahfadından Şefik Özdemir Bey'in Milli Mücadele'deki Antep savunması tam bir destandır ve bilinir ama O'nun Kuzey Irak harekatı ya da Hatay için verdiği mücadele, ne yazık ki yeterince hatta hiç bilinmez. Bu da bizim ayıbımızdır.

Dengesiz kuvvetler ve yerli aşiretlerin ihanetleri o destansı harekatın neticesiz kalmasına sebep olmuştur. İstemekle elde etmenin ne kadar farklı olduğunun net görüldüğü günlerdeyiz. Umarım birileri bugünün gerçekleri ışığında dünü bir kere daha gözden geçirir ve bu devletin kurucularına yaptıkları haksız isnat ve iftiralardan nadim olurlar. Onlar inandılar, gittiler ve girdiler, hem de en zor coğrafyada en ilkel imkanlarla, ilerlediler de, ne yazık ki kalamadılar, geri döndüler. Ama hiç unutmadılar.

Bir de şu 'Misak-ı Milliye ihanet' isnat ve iftirası, yalan ve yanlışı var ki akıllara ziyan. Bir insanı, bir kadroyu kendi yazdıkları, kabul ve ilan ettirdikleri milli hedefe ihanetle suçlamak hangi aklın, hangi vicdan ve hangi insafın eseridir?

Onu da yarın yazarız kısmet olursa.