Sadakat yükümlülüğünün en önemli sonucu, taraflara cinsel sadakat yükümlülüğü getirmesinde görülmektedir. Bu sadakatin kapsamına, eşlerin herhangi bir üçüncü şahısla cinsel ilişki veya bu gayeye uygun duygusal yakınlaşma yaşamamaları girmektedir. Burada ilişki kurulan üçüncü kişinin cinsiyetinin önemi bulunmamaktadır. Kişinin kendisiyle aynı cinsten biri ile ilişki kurması da sadakatsizliğin tahakkuku için yeterlidir.


Cinsel boyutuyla sadakatsizlik, her durumda zina sebebiyle gerçekleşmemektedir. Türk Medeni Kanunu'nda özel ve mutlak bir boşanma sebebi olarak düzenlenen zina, eşlerden birinin kusuruyla, karşı cinsten birisiyle cinsel ilişki kurmak anlamına gelmektedir. Bu açıdan aynı cinsten biri ile yaşanan cinsel ilişki, zina kapsamında değil, haysiyetsiz yaşam sürme kapsamında değerlendirilmektedir. Fakat her iki durumda da netice itibariyle sadakat yükümlülüğü ihlal olmaktadır. Bununla birlikte sadakat yükümlülüğünün cinsel ilişki niteliği taşımayan duygusal yakınlaşmalar suretiyle de ihlal edilmesi olanaklıdır.


Sadakat yükümlülüğünü ihlal eden taraf, kusuruyla boşanmaya neden olmanın sonuçlarına katlanmak durumundadır. Medeni Kanun'un 174. maddesine göre, boşanma yüzünden mevcut veya beklenen menfaatleri zedelenen kusursuz ya da daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat istemesi mümkündür. Ayrıca, boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakları saldırıya uğrayan tarafın, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat talep etmesi de olanak dahilindedir. Diğer ifadeyle aldatılan eşin manevi varlığında bir eksilme meydan gelmiş ise ve bu ispatlanabiliyorsa manevi tazminat talep edilebilmesi yasa gereğidir. Tazminat talebinde bulunan taraf, uğradığını iddia ettiği zarar ile boşanma arasında bir sebep-sonuç ilişkisinin olduğunu ortaya koymalıdır. Salt boşanmış olmak, manevi tazminata hükmedilmesi için yeterli değildir. Bununla birlikte her iki taraf da boşanmaya sebep olan olaylarda eşit kusurlu ise tazminat talebinin reddi gerekmektedir.


Manevi tazminat, sadece aldatan eşten talep edilmemektedir. Evlilik birliğinin, eşlerden birinin üçüncü kişinin iştirakiyle sadakat yükümlülüğünü ihlal edecek bir ilişkisi sebebiyle saldırıya uğraması durumunda, aldatılan kişinin, üçüncü kişiden, bu kişinin aldatmaya katılmak suretiyle kişilik hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle manevî tazminat istemesi olanaklıdır. Daha sade bir anlatımla aldatılan eşin, eşiyle ilişki kurana karşı manevi tazminat talep etmesi muhtemeldir. Bu durumda aldatılan kişi, eşiyle birlikte veya eşini dava etmeksizin sadece üçüncü kişiden manevi tazminat talebinde bulunabilir.


Evli bir kişiyle ilişki kuran üçüncü kişinin, aldatılan eşin kişilik haklarına saldırı iddiasına dayalı manevi tazminat sorumluluğundan söz edilebilmesi için, ahlaka aykırılık ve kasten zarar verme şeklindeki iki unsurun olayda birleşmesi gerekir. Başka bir ifadeyle üçüncü kişinin aldatılan eşin zararından sorumlu tutulabilmesi için, evli bir kişiyle ilişkiye girme, aldatmaya taraf olma fiilini, zarar görene (aldatılan eşe) zarar verme kastıyla gerçekleştirmiş olması gerekir. Bu açıdan üçüncü kişinin bir seks işçisi olması gibi durumlarda, aldatılan eşe zarar verme kastıyla hareket ettiğinin kabulü mümkün değildir.

Aldatma ile ilgili toplumumuzun kültürel ve ahlaki kodlarında hassasiyet yüzdesi yüksektir. Ancak ilginç şekilde aldatma eylemine maruz kalanların kadın olması durumunda evlilik birliğinin devamı adına olayın aldatılan kadın tarafından sineye çekilmesi talep edilebilmektedir. Buna itibar edilmemelidir. Sonuç itibariyle, üçüncü kişinin aldatılan kişinin eşi ile evli olduğunu bilerek cinsel veya duygusal ilişkiye girdiğinin belirlenmesi halinde, diğer eşin sosyal kişilik değerleri saldırıya uğramış olmaktadır. Oysa his alemi tarumar olan aldatılan eşin manevi varlığının zedelendiği açıktır. Dolayısıyla cinsel sadakatsizlik eylemini, evliliği bilerek gerçekleştiren kişi de aldatılan eşin uğradığı manevi zarardan, ilişki kurduğu evli kişiyle birlikte sorumludur.