İfrat bir yöndeki, tefrit de karşı yöndeki aşırılığı ifade eder. Ne yazık ki ifrattan tefrite, tefritten ifrata savrulup duruyoruz. İfratla tefrit arasında bir de orta yol var. Orta yol, aklın, bilginin, sağduyunun ve çoğu kez de hem gerçeğin hem de doğrunun yolu. Biz bir türlü o yolu bulamıyoruz.

Osmanlı ile Cumhuriyet arasında da aynı aşırılıkları yaşıyoruz. Ya bu uçtayız ya öbür uçta. Osmanlı da Cumhuriyet de ya sadece kötü ya da sadece iyi. Ya doğrular yumağı ya da yanlışlar kumkuması. Her insan gibi her toplumun da aynı anda ya da değişik dönemlerde hem doğrusu hem de yanlışı olamaz mı? Bu son derece doğal değil mi?

Hastalıkların tedavisi, her şeyden önce teşhiste bilgi ve dürüstlük gerektirir. Osmanlı okuryazarlığını ve de bilim mirasını değerlendirirken gönül duygularımızın aklımızı etkilemesini; belli bir sınır içinde kalması kaydıyla kabul etmek durumundayız. Ama sınırın aşılması ve hele de gerçeklerin birtakım yalan ve yanlışlarla örtülmesi kabul edilemez. Bu düne fayda sağlamayacağı gibi bugünümüze ve yarınımıza da büyük zararlar verir.

Ünlü ekonomist Mahfi Eğilmez 'Osmanlı İmparatorluğu, bizim geçmişimizdir. Ama geleceğimiz değildir. Cumhuriyetin ilk yılları ise geçmişte kalmış gibi görünse de aslında bizim geleceğimizdir. O yıllarda uygarlık için atılan adımlardan bugüne ders çıkarabilir o adımları ileriye götürebilirsek, çağdaş uygarlıklar düzeyine çıkabiliriz' diyor. Ben bu konuya geçmişe saygı geleceğe sahiplenme çerçevesinde yaklaşacağım.

1 Kasım itibariyle eski ifadesiyle harf inkılabının yeni ifadesiyle de harf devriminin 89'uncu yılını idrak ettik. Bu çerçevede konuyu ele almaya, yalanları, yanlışları ve gerçekleri elimden geldiğince ortaya koymaya çalışacağım. Şunu da peşinen belirteyim ki benim bakış açım ve görüşlerim de başkalarınca yanlış bulunabilir ve gerçekte de yanlış olabilir. Bu benim sadece bu yazım için değil tüm yazılarım için peşin bir kabulümdür.

Harf devrimine yapılan itirazların başında 'kütüphanelerimizi dolduran mukaddes kitaplarımız, tarihlerimiz, yazılarımız ve binlerce cilt eser bu lisanla yazılmış iken 2 Kasım sabahı alimler, bir gece önce okudukları kaynaklara ulaşmanın yasak olduğunu öğrendiler. Kürsüye çıkan hocalar bir anda sağır-dilsiz oldular. Bir gecede cahil olduk' iddiası ve ithamı vardır.

Öncelikle bir hususu belirtelim; eski alfabeden yeni alfabeye daha doğrusu Arap alfabesinden Latin harflerine ve Türk alfabesine geçiş bir gecede olmamıştır. Kademeli bir geçiş uygulanmıştır. 1353 Sayılı Türk Harflerinin Kabulü ve Tatbiki Hakkında Kanun 1 Kasım 1928'de TBMM'de kabul edildi ve 3 Kasım'da Resmî Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi. 1 Ocak 1929'dan itibaren devlet daireleri yeni alfabeye geçecek, resmi ve özel kuruluş tabelaları yine aynı sürede değişecek, vatandaşların eski yazıyla yapacakları başvurular da 1 Haziran 1929'a kadar kabul edilecektir. Bazı evraklar için bu süre 1 Haziran 1930'dur. 1 Aralık 1928'den itibaren hiçbir gazete ve dergi eski harflerle basılamayacaktır.

Bu süreleri az bulmak ve eleştirmek mümkündür ve herkesin hakkıdır ama her şeyin 'akşamdan sabaha değiştirildiğini' ve hele de 'eski kaynaklara ulaşmanın yasaklandığını' söylemek, asla doğru değildir hatta açık bir yalandır. Belli bir takvime bağlı olarak eski alfabeyle yazmak ve yayın yapmak yasaktır ama bu yasak 'resmi yazışmalar ve belli yayınlarla' sınırlıdır. İnkılaptan sonra da insanlar özellerinde eski yazıyı okuyup yazmaya devam etmişlerdir. Bu gerçeği vurguladıktan sonra artık asıl konuya girebiliriz. (Devam edecek.)