Yaşlanıyoruz ve her geçen gün biraz daha fazla sarsılıyoruz zamanlı zamansız kaybettiğimiz dostların acısıyla. Daha önce ayda hatta yılda bir gittiğimiz cenaze namazlarına, taziye ziyaretlerine artık haftada iki bazen üç defa gidiyoruz. Dostlarımızın, akrabalarımızın acılarını kalbimize, hatıralarını hafızalarımıza, naaşlarını toprağa gömüyoruz.

Yaş ilerledikçe sadece dostlarımız ölmüyor umutlarımız da hayallerimiz de ölüyor. Onları nereye gömeceğiz? Ya da umutsuz ve hayalsiz nasıl yaşayacağız?

Yorgunluktan mıdır umutlarımızı ve hayallerimizi yarınlara taşıyamayışımız, onlara bakamayışımız ve ölümlerini çaresiz seyredişimiz. Yoksa hayallerimizi yüreklerimizle birlikte ellerine teslim edip kendilerine umut bağladıklarımızın çapsızlıkları ya da samimiyetsizlikleri midir bizi böylesine bir acıya mahkûm eden?

Ne hayallerimiz ne umutlarımız vardı ve nasıl da inanmıştık. Hayallerimizin sınırı siyasi coğrafyamızın çok ötesine taşıyordu. Tanrı Dağları'ndan Hıra Dağı'na, Altaylardan Tuna'ya bir büyük sevdanın ateşi yanıyordu bağrımızda. 'Yeniden bir dağ gibi, bir dev gibi doğrulacak' ve sadece Batı Türklüğünü değil dünya Türklüğünü çelik bileklerimizle kavrayıp 'çağlar üstü bir sıçrayışla' medeniyetler aleminin en önüne taşıyacaktık.

Ben bizim hayallerimizi yazdım kısaca, siz kendi hayallerinizi ya da 'öteki' dediğimiz ve ötekileşerek ötekileştirdiklerimizin hayallerini koyabilirsiniz bu paragrafa. Onların da hayalleri vardı sınırsız, umutları vardı.

Heyhat, bir neslin, hayır bir değil, en az iki neslin hem genç fidanları heba oldu bu topraklarda hem de hayalleri ve umutları. Hayallerini kaybetmiş, umutlarını yitirmiş yorgun yaşlıların ülkesidir artık benim güzel ülkem. Dünden yarına taşınacak umutlar çapsızların ya da çıkarcıların kollarında çoktan can verdi.

Üniversiteye adımımı attığımda daha on yedi yaşımdaydım ve henüz bıyığım terlememişti. Şimdilerde artık siyahı pek kalmamış ak pak saçımla sakalımla o günleri hasretle anıyor ve hala iman dolu göğüsten çıkacak bir güçlü nefesin çalacağı 'toplan borusunu' bekliyorum. Ah bir çalsa ve ben yeniden on yedi yaşıma dönsem ve o bayrak altına koşsam. Ve şairin dediği gibi 'Davası yalın kılıç kesilmiş avucunda/O dört yanı tutuşmuş bir kıtanın ucunda/ Açılan ilk ihtilal bayrağıdır Asya'nın/ Vay haline o bayrak altına koşmayanın' diye haykırsam tıpkı dün Mustafa Kemal'in ve silah arkadaşlarının ve onlarla birlikte büyük Türk milletinin haykırdığı gibi.

Yok sayınız lütfen başlardaki satırları, gördüm ve anladım ki, insan ölmeden ne hayaller ölür ne de umutlar tükenirmiş. Ben her şeyden vazgeçebilirim ve herkesten umudumu kesebilirim ama hem bu sevdadan vazgeçemem hem de bu milletten umudumu kesemem. Bu milletin çağlar üstü bir sıçrayışla medeniyetler aleminin önüne geçmesi ve yeniden bir dağ gibi bir dev gibi doğrulması için muhtaç olduğu kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur. Ne mutlu bana ki ben bu millete mensubum.