Eğitimin sadece eğitim için yapıldığı, eğitimin bacasız sanayinin kurulmadığı yıllardı onlar.

Ne dershaneler ne özel hocalar ne de özel okullar vardı.

Kız, erkek karışık okur. Şapkalarımızı takıp çakı gibi öğrencilik yaptığımız yıllardı.

Samsun 19 Mayıs Lisesi eğitimin önemli bir mihenk taşıdır.

Çok yıldızlar kaymıştır bu lisenin üzerinden. Hepsini özetlemek adına söylersem;

Hiçbir siyasetçinin taşıyamadığı asil özelliklere sahip Adnan Kahveci dahi bu okulun mezunudur.

Son kayan yıldız ise rahmetli Fikret Kurtonur ya da bilinen adı ile kısaca Figo da gitti.

Figo bir basketçi için kısa boyu, güreşçi vücut yapısı ile bütün basketçilerin tozunu alan bir çocuktu.

Samsun 19 Mayıs Lisesi ve Samsun, sporun yıldızı ve göz bebeği idi.

Figo bir sıçradı mı eli potanın içine dalardı neredeyse.

Figo da gitti. İyi öğrenci, iyi kalpli çocuk, iyi basketçi, iyi eş, iyi baba ve iyi dost.

Bizim çocukluk yıllarımızda şimdilerde hiç duymadığım bazı deyimler ve olgular vardı.

Şimdilerin ( kanka, kanki) isine hiç benzemeyen. Hatta onlara nispet.

Kan kardeşi, süt kardeşi, ahretlik gibi insanı sarıp sarmalayan duyguları bezeyen kelimeler.

Fikret de benim süt kardeşimdi. Annelerimiz ve babalarımız arkadaştı.

Babamla, babasının akşamları bir kadeh ayran içtiğini çok görmüşümdür.

Gazi Osmanpaşa İlkokulu ise o yıllarda eski adliye binasının olduğu yerde idi.

Fikret ile o okulda rahmetli Perihan İmre'nin öğrencileri olduk.

Aramızdan ayrılan her zaman yaramaz her zaman yanakları koşturmaktan kan ter içinde kalan Ertuğrul Örsman da sınıfımızdaydı. Hatta"hademe teyze"dediğimiz Sıdıka Hanımı dahi anımsıyorum.

Fikret ise her zaman sakin, sessiz efendi bir çocuktu.

O yıllarda insanlar gerçekti. İlişkiler günümüzdeki gibi düzlemsel ve yüzeysel değildi.

Hatta çok boyutlu idi ilişkiler. Dostluğun, arkadaşlığın hep bir ruhu, derinliği ve dinginliği vardı.

AVM'lerde insanlar vitrinlere yapışıp kebap kokularına meze olmazdı.

Anneler öğleden sonraları arkadaşları ile oturup örgü örer, dikiş dikerdi.

Hiç unutmam, annesi Muradiye teyzenin diktiği bej rengi kadife bir ceketi, sırtına taktığı kahverengi bir sırt çantası ile alnına düşen saçları ve gülgeç yüzü ile hep hafızamdadır Fikret.

Muradiye teyze, damak çatlatan lezzetlerde güzel yemekler yapan neşeli, güler yüzlü keyifli bir hanımefendi idi.

Eminim Fikret'i de en güzel gülüşü ile karşılamıştır buluşma noktalarında.

Sonra yıllar girdi araya herkesi, bütün arkadaşları bir bir tırpanlayan yıllar.

Herkes kendi ringinde ve köşesinde kendi hayatının rolünü oynamaya çalıştı.

Sevgili Oğuz'un titreyen sesinde duydum Fikret'in gidişini.

Bu kez kadife ceketini giymemiş.

Kahve rengi sırt çantasına ise hayatın yükünü doldurmuş sadece.

Son kez basket sahasına çıkmış.

Bütün oyuncuları ıskalayıp, eline sadece topunu alarak son sıçramayı ve son turnikeyi yaparak tüm seyircileri ayağa kaldırmış yine...

Alkışlar Figo'ya ...

Hayyam ne demişti hani?

"Her sabah yeni bir gün doğarken

Bir gün de eksilir ömürden.

Her şafak bir hırsız gibidir.

Elinde bir fenerle gelen"