Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 'Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde yaptığı konuşmayı okuyunca 'Hah, işte bu' dedim. Birisi 'Kadınların hak ve adalet temelinde sahip oldukları, eğitim, çalışma, ayrımcılık, şiddet gibi sorunlarını çözememiş toplumun hedeflerine ulaşamayacağını da biliyoruz. Çünkü kadın yoksa, toplumun yarısı yoktur. Kadının olmadığı bir toplumun kalan yarısı da zaten yok oluşa doğru gidiyor demektir' der de ben nasıl 'Hah, işte bu, çözüm burada' demem ki? Hele de bunu söyleyen benim halkımın, ülkemin ve de devletimin temsilcisi Cumhurbaşkanım olursa.

'Hah, işte bu' dedim demesine de kafama da 'ben bunu daha önce nerede ve kimden duydum' sorusu çakıldı kaldı. Sahi daha önce tam böyle olmasa da kim benzer bir görüşü dillendirmişti? Sahi daha önce birileri 'Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse; o sosyal toplum felçlidir' yahut 'Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur' demiş miydi? Demişse kim demişti ve ne zaman demişti?

Çok sürmedi bulmam, daha doğrusu hafızamı tazelemem ve hafızama nakşedilen bilgiyi Google efendiden teyit etmem; Mustafa Kemal Atatürk demişti o sözleri hem de daha 1920'li yıllarda. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin birinci cumhurbaşkanı ile on ikinci cumhurbaşkanının benzer kelimelerle aynı tespitte buluşması, hastalığın hala sürdüğünü teyit anlamında üzücü ama teşhis ve tedavide anlaşma ve birleşme açısından da sevindiricidir.

İşin bir diğer ve asıl sevindirici tarafı da bir zamanlar birileri tarafından inkar hatta tekfir edilen birinci Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün aradan geçen bir asra yakın bir süre sonrasında on ikinci Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından tasdik ve tebcil edilmesidir. Ya da bir başka ifadeyle Cumhuriyet hükümetlerinin aynı teşhis ve tedavide birleşmesidir. Bu, son zamanlarda hızla ayrışma riskiyle karşı karşıya bulunan Türk milletinin ortak değerler etrafında yeniden buluşması, toparlanması ve kaynaşması açısından da çok önemli ve sevindirici bir gelişmedir. Dilerim ki 10 Kasım'dan beri izlenen olumlu istikamet arayışları, sureti haktan gözüken bazılarının şahsi hesapları ve hasetleri çerçevesinde engellenmez ya da yanlışlara yönlendirilmez.

Bir zamanlar ülke siyasetinde, ondan da öte ülke yönetiminde etkin görevler üstlenmiş birilerinin son zamanlardaki kimi 'milli' ya da 'milliyetçilik' gibi kelimelerin telaffuzundan bile rahatsız olmaları ve bu rahatsızlıklarını basın önünde dile getirmeleri, bu konuda da bizi şüpheye düşürmektedir. Şahsi hırslar ya da fanatizmler çağın ilmi, akli ve tarihi gerçeklerinin önüne çıkar, o istikametteki yürüyüşü engellerse yazık olur.

Türk aydını ve siyasetçilerinin Türkiye'nin ve Türk milletinin yakın tarihi ile ve hele de bu tarihe damgasını vurmuş asker ve siyaset adamlarıyla yel değirmenlerine saldıran Don Kişot misali giriştikleri saçma kavgalar kendilerine de temsil ettikleri veya temsil ettiklerini sandıkları çevrelere de herhangi bir şey kazandırmaz; tam tersine kaybettirir. Sayın Cumhurbaşkanı ve çevresinin fark ettiği bu gerçeği, toplumun tüm katmanlarının ama hepsinden de önemlisi şu 'kraldan fazla kralcı' olanların ya da birtakım etnik ezikliklerin ve intikam hırslarının pençesindeki sözde kalem, kelam ve siyaset erbabının bir an önce anlaması gerekmektedir.