İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, SSCB 'nin gerek dünya ve gerekse de Avrupa'daki yayılışı karşısında, Batı Avrupa ülkeleri endişe duymakta idiler. Bunu önlemek için, 14 Nisan 1949 tarihinde 12 Avrupa ülkesi tarafından savunma amaçlı olarak NATO ( Kuzey Atlantik Paktı, North Atlantic Treaty Organisation) kurulmuştur. Kuvvet dengesi bakımından bu kuruluşun daha güçlü hale gelmesi bakımından ABD de NATO' ya davet edilmiştir. Türkiye, Mayıs 1950 ve Ağustos 1950 tarihinde olmak üzere NATO 'ya girmek için iki sefer müracaatta bulunmuştur. 25 Haziran 1950 tarihinde Kore savaşı çıkmış, İskenderun'dan 15 Eylül 1950 tarihinde gemi ile hareket eden, 4500 kişilik bir askeri kuvvetimiz bu savaşta yerini almıştır. Eylül 1951'de Türkiye'nin NATO'ya kabul edilmesi karar altına alınmış ve 18 Şubat 1952 tarihinde TBMM'de yapılan oylama ile Türkiye NATO üyesi olmuştur. Türk birliği ise, Kore savaşı sırasında, NATO'ya girmenin bedeli olarak 721 şehit vermiş ve 2000 askerimiz yaralanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu sırasında; SSCB komünist bir yönetimin yapılandırılması ile meşgul idi. İkinci Dünya Savaşı'nda, SSCB en kazançlı devlet olarak çıkışıyla daha sonra ortaya çıkacak olan iki kutuplu dünyanın diğer kutbunu meydana getirmiştir. Özellikle Stalin'in tam yetkili başkan olarak Rusya'ya hakim olması, Türkiye'yi bu güçle karşı karşıya getirmiştir. Rusya, sıcak denizlere açılma gayesiyle, Türkiye'den değişik zamanlarda toprak isteğinde bulunmuştur. İşte Ortadoğu'da Rusya'nın baskısında bunalan Türkiye, buralarda yayılmacı bir politika sürdüren Rusya'ya karşı ABD ve NATO ile bir pakt oluşturmuşlardır. Elbette, bu pakttan Türkiye kadar NATO'ya üye olan ülkeler ve ABD çok karlı çıkmışlardır.

1991 yılında Mihail Gorbaçov'un istifası ile Rusya Federasyonu ortaya çıkmıştır. Böylelikle, iki kutuplu dünyadaki dengeler de değişmiştir. Elbette, böyle bir durum ise, uçta güçlü ve demokratik bir ülke Türkiye'nin NATO ve ABD nezdinde bir miktar önemini azaltmış gibi bir görüntüye sebep olmakla birlikte, özellikle Rusya'nın öteden beri süregelen davranışlarının değişmemiş olması, ülkemizin öneminin hala vazgeçilmez olduğunu göstermiştir.

Birinci ve İkinci Dünya savaşlarını takiben, Kore, Uzak Doğu savaşları ile ABD; dünyanın jandarmalığına soyunmuştur. Bunun sonucunda da Arap baharı, Irak savaşı ve Suriye savaşı ile Ortadoğu'yu şekillendirmeye çalışmış ve çalışmaktadır. Tüm bu savaşlarda, ABD ne NATO ve ne de Birleşmiş Milletler'in iznini bile almamıştır. Tek kutuplu dünyada her istediğini yaptırma çabası içine girmiştir. Özellikle, son zamanlarda Rusya ile belirli konularda anlaşmış olması ise, onun dünyanın tek hakimi gibi hareket etmesine sebep olmaktadır.

Gelelim son NATO tatbikatındaki, Türkiye aleyhine olan rezil tutuma: Zaten bütün Batı, Osmanlılara bir kin duymakta idi. Irk ve din olarak farklı bir yapının Avrupa'nın içlerinde ne işi vardı. Birinci Dünya Savaşı'nda bazı emelleri gerçekleşecek iken, Sevr'i yırtıp atan, M. Kemal Atatürk ve arkadaşlarına kinleri daha da çoğalmıştır. Batının suni olarak, mekanik gülümsemesine aldanmayınız. NATO'daki olay, yüzyılların birikimi olan bu kinin bir sonucu olarak ortaya çıkan bir tezahürdür. Bundan çok büyük dersler çıkarmamız gerekir. Ekonomik ve askeri olarak güçlü ve bilim toplumu olmamıza ihtiyaç vardır. İşte bu şekilde, Batı ülkelerinden layık olduğumuz saygı ve hürmeti görebiliriz. Eğer tökezleyecek olur isek, ilk olarak baltayı onlar vuracaklardır. Ne varsa içimizde, bizde vardır. Saygılarımla.