Cahil cesaretiyle, devletin malına ve fakir fukaranın hakkına çökenlerin sonu, hep hüsran olmuştur...
Toplumda itibarlarını yitirmişler, zavallı konumuna düşmüşlerdir...
Namuslu insanların farkı, hak-hukuk kavramlarına; hem dünyevi hem de uhrevi dünya açıdan bakmalarıdır...
Böylesine haksız kazançlarla toplumda kendilerine yer edinmeye çalışanlar, asla "adam" olarak kabul görmemiştir...
Malı kaybedenin yeniden kazanma şansı vardır; itibarını kaybedenler ise hayatları boyunca bu fırsattan mahrumdur...
Bugünkü öykümü, her türlü olumsuzluğa rağmen onurlu yaşamak için direnenlere ithaf ediyorum...
***
Hasan Bey, oğluna adeta yalvarıyordu. "Yapma" haram çıkar, diyordu. Mustafa, her seferinde arkadaşlarından Conta Mehmet, Kozmik Nuri, Fırıldak Raci'yi örnek gösteriyor, "Bunların hepsi köşe oldu, baba. Ne diyorsun?" diyerek karşılık veriyordu. Bazen de sinirlenerek, konuşmayı bitiriyordu.
Hasan Bey, emekli öğretmendi. Saygın bir kişiliğe sahipti. Eski öğrencileri arasında milletvekilleri, genel müdürler, öğretim üyeleri, hakimler, savcılar, avukatlar ve mühendisler vardı. 40 yıllık öğretmenlik hayatı boyunca, öğrencilerine devlet-millet sevgisini aşılamış; her fırsatta da tüyü bitmemiş yetim hakkı olan devlet malına göz dikenler ile fakir fukaranın hakkını yiyenlerin sonlarının hüsran olacağını anlatmıştı. İnsan onurunun çok önemli olduğunu söylüyordu. Eski öğrencilerinin arasında bir kişi dahi süfli işlerle uğraşmıyordu.
Hasan öğretmen, öğrencilerinin gözünde, adeta dürüstlük anıtıydı. Hasan Bey, hayatı boyunca onuru için yaşamış bir insan olarak, oğlunun karıştığı karanlık işlerle ilgili başının sıkıntıya gireceğini, bu durumun aileye leke getireceğini biliyordu. İşte, yalvarmaları onuru yüzündendi.
Hanımı Fikriye, varlıklı bir ailenin kızıydı. Babası emekli Albay Rıza Bey, ilçenin kanaat önderlerinden biriydi. Emekli maaşıyla fakir çocuklarını okutan Rıza Bey, tek evladı olan Fikriye'ye oturdukları evi vermişti. Ailenin ekonomik olarak bir sıkıntısı yoktu.
Hasan Bey, o sabah evden çıktığında; eski öğrencilerinden avukat Şemsi'ye rastladı. Ayak üstü sohbet ettiler. Şemsi, zaman zaman Hasan öğretmene danışırdı. Onun hayat tecrübesi ve bilgi bikimine güveniyordu.
Avukat Şemsi, "Mustafa nasıl hocam?" diye sordu. Hasan Bey, sustu. Şemsi, "Büroma çıkalım mı hocam. Çay içer, laflanırız" dedi. Aslında avukat Şemsi'nin anlatacakları vardı. Çaylar içilirken, fırsatı yakalayan Şemsi, "Hocam, yanlış anlamayacağınızı biliyorum. Bunu anlatmayı size bir haksızlık yapılmasın diye anlatmak istiyorum" dedi. Hasan Bey, konunun oğluyla ilgili olduğunu anlamıştı. Şemsi, Mustafa'nın sahte fatura işinde olduğunu ve paravan şirketler kurup, devleti dolandırdıklarını söyledi. İşin içinde devletin bazı kademelerindeki bürokratların olduğunu anlattı. Hasan Bey, oğlunun karanlık işler yaptığını hissetmişti ama devleti dolandırdığını bilmiyordu. Hasan Bey, oturduğu yerde bir süre suskun kaldı.
Eski öğrencisine teşekkür ederek, bürodan çıktı. Sahile doğru yürüdü. Oğlunu bu işin içinden nasıl çıkaracağını düşündü. Kararını vermişti. Oğluyla bu akşam adamakıllı konuşacaktı.
Mustafa, o akşam eve geç döndü. Annesi ve babasının yatmadığını görünce, "Hayırdır" dedi. Hasan Bey, "Seninle konuşacağım" diyerek, onu kolundan tutup, misafir odasına götürdü. "Seninle bu meseleyi son kez görüşeceğim ve tercihi sana bırakacağım" dedi. Ona yaptığı işleri tek tek sıraladı. Mustafa, babasının bunları nereden öğrendiğini merak etmişti. Ne sorabildi ne de yalan diyebildi. "Niçin böyle bir şey yaparsın?" diyen Hasan Beye cevap "Baba, herkes yapıyor" karşılığını verdi ve isimleri tek tek sıraladı. Hasan Bey, oğlunun isimlerini saydığı kişilerin toplumda itibarının bulunmadığını ve kaybedecek değerlerinin olmadığını anlattı.
"Sorduğum sorunun cevabı bu değil" dedi Hasan Bey. "Eğer bunları lüks hayat için yapıyorsan, oturduğum ev hariç, her şeyimi satıp sana vereceğim."
Mustafa, babasının mal varlığını dişinden tırnağından artırarak, yaptığını biliyordu. Hayatı boyunca savurganlık yapmadığını ve tutumlu olduğunu da. Babasının bu denli davranışını anlamamıştı. Gece sabaha kadar uyuyamadı. Karanlık işlere bulaştığı arkadaşlarını düşündü. Kimi dolandırıcılıktan hapis yatmış, kiminin babası gayrimeşru işlere bulaşmıştı. Toplumda hiçbirinin itibarı yoktu. Bir de kendi ailesine baktı.
Dedesi emekli Albay Rıza Bey, ilçenin en saygın insanlarından biriydi. Babası ise dürüstlüğüyle tanınan ve sevilen bir insandı. "Ben ne yapıyorum ya" diye kendi kendine söylendi.
Babası Hasan Bey, o sabah geç kalktı. O da yaşadığı olayların sonucunda uyuyamamıştı. Fikriye Hanım, kahvaltı masasını hazırlamış oğlu ile eşinin kalkmasını bekliyordu. Onlara seslendi. Kalktıklarında ikisi de yorgun görünüyordu. Mustafa, mutfak kapısında babasının ellerine sarıldı. Öptü ve
"Bağışla beni baba" dedi. Hasan Bey, mutlu olmuştu. Oğluna "Hem ailenin hem de evlenip kuracağın yuvanda, eşin ve çocuklarının itibarını da kurtardın" dedi. Öyle ya çocukları, "Dolandırıcının kızı ya da oğlu" olarak anılacaktı. Hasan Bey, "Devlet malında, tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı var oğlum. Böyle para kazananların sonlarının hiç iyi olmadığını biliyor musun?" dedi. Bu kez Hasan Bey, o isimleri tek tek saydı. Mustafa o kişileri hatırladı. Sanki yer yarılmış yerin dibine girmişti. O gün evden ilk defa mutlu biçimde çıktı. Doğruca avukat Şemsi'nin bürosuna gitti ve pişmanlığını anlattı. Mustafa, "etkin pişmanlık"tan yararlanıp, itirafçı oldu ve tam tamına 40 milyarlık sahte fatura olayının aydınlatılmasını sağladı. Vicdanı rahattı. İçinde müthiş bir his vardı. Aralarında siyasiler, bürokratlar ve bazı işadamlarının olduğu sahte fatura çetesi, ülke genelinde günün haberi olmuştu. Haberlerde Mustafa'nın adı yoktu. Çete elemanları ondan şüphelenmişti.
Mustafa, birkaç gün evden çıkmadı. Kendisiyle başbaşa kalmıştı. "Para için böyle bir rezillik yaşanmaz" dedi kendi kendine. Sadece kendinin değil, ailesinin de itibarını bitirecekti. Hasan Bey, o gün iki evi ve fındık bahçesinin tapusunu oğluna verdi. "Namusunla çalışırken bir aksilik olur, bu mülkleri kaybedebilirsin ama itibarını asla." Mustafa babasının uzatttığı tapuları "hayır" diyerek almadı. Babasının verdiği ona verdiği ders, aslında bir büyük servet değerindeydi. Tutuklanan arkadaşları için neler konuşulduğunu duymuştu. Hasan Bey, son olarak bir şey söyleyeceğini belirtti. Adeta bir vasiyet gibiydi.
"Malını kaybedenin onu yeniden kazanma şansı var ama itibarını kaybedenlerin hayatları boyunca, böyle bir fırsatı yok. Bunu sakın aklından çıkarma."
***
Bugününüz dünden daha iyi olsun. Sağlıklı ve huzurlu günler dileğiyle...