Bu şehri ve bu şehrin bugününü seviyorum; eminim ki yarınını da seveceğim ama dününü özlüyorum. Dünden kastım altmışlı yılların son, yetmişli yılların ilk yarısı. Özlüyorum o yılları. Ne Bulvar var o yıllarda, ne Çiftlik ne de sahil yolu, sadece iki cadde var doğu batı ekseninde birbirine paralel uzanan iki ana cadde, Irmak ve Gazi ve onların devamı Mecidiye ve Bankalar, bir de Necipbey ve Bağdat caddeleri. Güneydeki sırtlardan kuzeydeki denize dik inen küçük sokaklarıyla, ben bu kentin dününü de seviyordum ve ben o dünü özlüyorum.

O küçük sokakları kuşatan o mütevazı evler ve o evlerdeki sevgi dolu sade ve temiz insanları arıyorum kaybettiğim bir hazineyi arar gibi. Belki çok okumamışlardı, alim değillerdi ama ariftiler ve 'selamın kelamdan önce geldiğini' bilirlerdi. Güne selamlaşarak başlamak ne güzeldi, ben selamı özlüyorum.

'Güzel değil mi' diye soruyorlar bugünün Samsun'u için. Güzel olmaz olur mu, elbet güzel, ama bu benim dünü özlememe mani değil. Çünkü dün de güzeldi hem de pek güzeldi. Binalar bu kadar yüksek, bu kadar lüks, eğlence yerleri bu kadar bol ve bu kadar pırıltılı değildi ama en yoksulundan en varsılına, en ufağından en büyüğüne hemen hepsi sevgi doluydu, saygı doluydu, kısacası insan ve insanlık doluydu. Ben dünün o insanlarını ve o insanlığını özlüyorum.

Bugünün gençleri bilmez ama bizim yazımızı varlığıyla, geriye kalan üç mevsimimizi de hasretiyle doldururdu fuarımız. Orada kaç sevda doğmuş, kaç sevda ölmüştür, kim bilir, kim bilebilir. Sevdalar o fuarda sanatla, müzikle beslenirdi. Kısmet'te, Neco'da bir yaz boyu insanlar sese, söze, sanata olan üç mevsimlik hasretlerini giderirlerdi. Ben o hasreti özlüyorum. Ama o kadar değil, dahası var; ben Türkiye'nin birçok şöhretli sanatçısının sahne aldığı Teras Gazinosu'nu da özlüyorum. Matineler sonrası dağılan seyircilerin şıklığını, zarafetini ve vakarını özlüyorum.

Şıklık deyince Konak Sineması'ndaki aile matinelerini anmamak olur mu? Anne, baba, çoluk çocuk, eş dost birarada gidilirdi sinemaya. Herkes tertemiz giyinirdi, herkes hem aile fertlerine hem arkadaşlarına hem de seyircilere son derece saygılı davranırdı. O günün sinemaları aynı zamanda bir sosyalleşme mekanıydı.

Siyasetçinin ağırlığını, sporcunun efendiliğini, sendikacının çıkarsız yürekliliğini özlüyor ve arıyorum. Hepsinde tek tek isimlere girmeyeceğim, girmeye kalkarsam, bu sütun yetmez ya da asla unutmamam gereken bir ismi unuturum, korkulu rüya görmeyeceğim, isimlere girmeyeceğim. Onları özlüyorum ve hep özleyeceğim.

Kökü ve geleneği çok eskilere dayanan kadim mahalleler bir tarafa, yeni doğan mahalleler bile müthiş bir sevgi, saygı ve neşeye yataklık ediyordu. Bir mahalle vardı, resmi adı Yenidoğan Mahallesi'ydi ama halk arasında 'işçi evleri' diye bilinirdi. Küçük mü küçük bir bahçe içinde iki oda bir salonda ibaret mütevazı kooperatif evlerinin yer aldığı bir işçi semtiydi. Sokakları hanımeli kokardı. O kokular kaybolalı çok oldu. Ben o kokuları özlüyorum.

Yeri geldiğinde 'muhafazakarlığı kimseye bırakmayız' ama konuşurken de geçmişin sadece yanlışlarını eleştirmekle yetinmez, geçmişi toptan reddederiz de 'bu nasıl muhafazakarlık' diye sormayız. Dünün inkar edilen ve inkarın doğal sonucu olarak kaybolan eski sevdasını, adabını, edebini ve hiç esirgenmeyen 'kul kelamından önce gelen Allah selamını' özlüyorum.