Kudüs'ün taşıdığı mana bütün müslümanlar için önemlidir ama bu kutsiyet Türk Milleti için daha farklıdır...
O yüzden hiçbir müslüman ülkede olmadığı kadar geniş tepki bizde var...
Bütün Türkiye ayakta...
BMGK kararını hiçe sayıp, Osmanlı'dan bu yana "kutsal şehir" hüviyetini koruyan Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımak, bölgede olası bir savaşın fitilini ateşlemektir...
Yeğenim Seda, Kudüs ziyaretinden döndükten sonra "Dayı anlatmak çok zor, orayı yaşamak lazım" demişti...
Yine geçenlerde Kudüs'e ziyarete giden eski Samsun Milletvekili Ahmet Yeni de dönüşünde, "Mutlaka görmeni isterim" diye tavsiyede bulunmuştu...
Cami, kilise ve havranın aynı duvarı paylaştığı bu kutsal şehri görmeyi Allah nasip eder mi bilemem!..
Ama bildiğim bir şey varsa, orada asırlardır barış ve kardeşliği, adaletiyle sağlayan Osmanlı'dır...
Ben de sözü oraya getiriyor ve içimizi yakan o gerçeği yıllarca önce yazan İlhan Bardakçı'yla sizleri baş başa bırakıyorum...

* * *

"Mevki Kudüs, Mekan Mescidi Aksa, Tarih 21 Mayıs 1972 Cuma. Ben ve gazeteci arkadaşım rahmetli Sait TERZİOĞLU, İsrail Dışişleri rehberlerinin yardımı ile bu mübarek makamı dolaşıyoruz. Kudüs Kapalı Çarşısı'nda rüzgar gibi dolanan entarili kahvecilerin ellerindeki askılara çarpmadan biraz yürüdünüz mü, önünüze çıkan kapı sizi Mescidi Aksa'nın önüne kavuşturur. Miraç mucizesinin soluklandığı ilk kıblemizde yani…
Hemen oracıkta iki avlu vardır ki, hala bizim lakabımızla anılır. '12 bin şamdanlı avlu' denir oraya... Yavuz Selim 30 Aralık 1517 Salı günü Kudüs'ü devlete katmıştır. Yatsı namazını o avluda kılar. Kendisi ve bütün ordu beraber… O esnada, ortalık kararmıştır. Şamdanları yakarlar. Tam 12 bin şamdan… O isim oradan kalmadır. Sekiz on basamaklı geniş merdiveni adımladınız mı, o mukaddes mescidin bağdaş kurduğu ikinci avluya ulaşırsınız.
Onu o merdivenin başında gördüm. İki metreye yakın bir boy…
İskeletleşmiş vücudu üzerinde bir garip giysi… Palto? Hayır, kaput, pardösü veya kaftan? Değil. Öyle bir şey, işte…

Başındaki kalpak mı, takke mi, fes mi? Hiçbirisi değil.
Oraya dimdik dikilmiş. Yüzüne baktım da ürktüm. Hasadı yeni kaldırılmış kıraç toprak gibi. Yüz binlerce çizgi, kırışık ve kavruk bir deri kalıntısı.
Yanımda İsrail Dışişleri Bakanlığı Daire Başkanı Yusuf var.
Bizim eski vatandaşımız. İstanbullu…
'Kim bu adam' dedim.
Lakaydi ile omuz silkti. 'Bilmem' diye cevap verdi.
'Bir meczup işte… Ben bildim bileli, burada yıllardır dururmuş.
Çakılı gibi, hala duruyor ya… Kimseye bir şey sormaz, kimseye bakmaz, kimseyi görmez.'
Kan mı çekti nedir? Nasıl, neden, niçin hala bilmiyorum. Yanına vardım: 'Selamünaleyküm baba' dedim.
Torbalanmış göz kapaklarının ardında sütreleşmiş gibi jiletle çizilmişçesine donuk gözlerini araladı. Yüzü gerildi. Bana, bizim o canım Anadolu Türkçemizle cevap verdi: '-Aleykümselam oğul…'
Donakaldım. Ellerine sarıldım, öptüm öptüm…
'-Kimsin sen baba' dedim.
Anlattı ki, bende size anlatacağım.
Ama evvela biliniz. O canım devlet (Osmanlı) çökerken, biz Kudüs'ü 401 yıl 3 ay 6 günlük hakimiyetten sonra bırakırız.
Günlerden 9 Aralık 1917 Pazar günüdür. Tutmaya imkan yok. Ordu bozulmuş çekiliyor. Devlet, zevalin kapısında... İngiliz girinceye kadar geçen zamanın içinde yağmalanmasın diye bir artçı bölük bırakırız. Âdet odur ki, kenti zapt eden galip, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmaz.
Anlattı, dedim ya. Gerisini tamamlayayım.
'-Ben…' dedi. 'Kudüs'ü kaybettiğimiz gün buraya bırakılan artçı bölüğünden …'
Sustu. Sonra, elinde ki silahın namlusuna sürdüğü fişekleri ateşler gibi zımbaladı.
'- Ben o gün buraya bırakılmış 20. Kolordu, 36. Tabur, 8. Bölük, 11. Ağır Makineli Tüfek Takım Komutanı Onbaşı Hasanım…'
Ya Rabbi. Bir minare şerefesi gibi gergin omuzları üzerinde ki başı, öpülesi sancak gibiydi. Ellerine bir kere daha uzandım. Gürler gibi mırıldandı: '-Sana bir emanetim var oğul. Nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim edem mi?'
'-Elbette' dedim. 'Buyur hele…'
Konuştu: '-Memleket avdetinde (dönüşünde) yolun Tokat sancağına düşerse, git burayı bana emanet eden kumandanım Kolağası (Ön Yüzbaşı) Musa efendiyi bul. Ellerinden benim için bus et (öp). Ona de ki…
Sonra, kumandanı olduğu takımın makinelisi gibi gürledi: O'na deki, gönül komasın. O'na deki, '11.Makineli takım komutanı Iğdırlı onbaşı Hasan, o günden bu yana, bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Tekmilim tamamdır kumandanım dedi' dersin…

Sonra yine dineldi. Taş kesildi. Bir kez daha baktım. Kapalı gözleri ardından, 4 bin yıllık Peygamber ocağı ordumuzun serhat nöbetçisi gibiydi. Ufukları gözlüyordu. Nöbetinin başında idi… Tam 55 yıl kendisini unutuşumuzdaki nadanlığımıza rağmen devletine küsmemişti."
* * *
Bugününüz dünden daha iyi olsun. Sağlıklı ve huzurlu günler dileğiyle...