Her hafta yazdığım yazılarda bölgesel olarak tarımdan başka insanları refaha götürecek bir yol olmadığını vurguluyorum. Bölgede maden yok, Turizmden pay alamıyor, Sanayi yatırımı bir elin parmaklarından fazla değil, orman ürünleri ve sanayisi ihmal edilmiş ve yok hükmündeyken kalkınma için tek yol kalıyor. Tarım ve tarıma dayalı sanayi ile bu bölgenin rahatlaması söz konusudur. Merdivenleri tek tek çıkarak yukarılara yol alınır. Tabii gönül ister ki katma değeri yüksek ileri teknoloji ürünleri imal edelim ama o bir bilgi birikimi, sermaye birikimi, teknoloji birikimi istiyor. Biliyoruz ki bu sayılanlar bizde yok ama temennide bulunmak ve istemek her gönlün arzusu!

Geçen hafta pazardan süt aldığım Çarşamba havaalanının oradaki bir köyden olduğunu söyleyen vatandaşımızla kısa bir sohbet ettim ve köyde genç nüfusun kalmadığını, girdilerin çok pahalı olduğunu, ürünün para etmediğini bir çırpıda söyledi. Aslında 'Bir vur, bin ah dinle' durumu!

Türkiye'de köylerde tarım-hayvancılık yapacak insan kalmadı.
Köylerde ki tüm nüfus 6 milyona düştü. Tarımı yapan kişiler 50-65 yaş arası tarım erbabı. Bunlar içinde emekli olanlar, geliri olanlar da var ve bunlar zamanla tarım yaptıkları alanları işlememeye başlıyorlar. Çünkü tarım yapmak fırından, manavdan ürünü almak kadar kolay değil ve meşakkatli bir iş. Bu yorgunluğa değmeyeceğini düşünüyorlar. Bu ülkenin her tarafında aynı. Bilecik Gölpazarı'nda yaşayan ve tarım yapan dünürümden de aynı sözleri sıklıkla işitiyorum. Dert ülkenin her yanında aynı.
Böyle giderse tüm gıda ürünlerimizi Dubai, Suudi Arabistan gibi ithal etmek zorunda kalacağız.
TÜİK verilerine göre Türkiye nüfusu son 10 yılda 9.2 milyon arttı.
Buna karşılık köy nüfusu son on yılda 14.6 milyon azaldı.

Ülke nüfusu 9,2 milyon artarak 79,8 milyona çıkarken, geçinemeyen, tarım yapamayan köylüler şehirlere akın etmeye başladılar. Aynı 1950'den sonra şehirlere göç ve gecekondu mahallelerinin oluşması durumu gibi. Son on yılda belde ve köy nüfusu 14,6 milyon azalarak 6,1 milyona düştü. Bu azalma tarım ekonomisi ve hayvancılıkta gerileme ve üretimde azalmaya sebep oldu.
Et- saman, bakliyat, buğday ithali ile gıda açığımızı kapatmaya çalışıyoruz. Son 6 yılda (Şubat 2017'ye kadar) 4,4 milyar dolarlık et ithalatı yaptık.

Baklagil ekim alanı ve rekoltede hızlı bir kayıp yaşanıyor.
Kısacası son 20 yılda ekim alanı yüzde 60, rekolte de yüzde 40 civarında geriledi.
Ekim alanlarındaki daralmaya karşın verim birçok bakliyat ürününde artış gösterse de söz konusu durum toplam bakliyat üretiminin artmasını sağlayamaya yetmedi.
Arzdaki yetersizlik ithalatın artışına eden oldu.

Ziraat Mühendisleri Odası 2016 değerlendirmesinde, 'Ülkemizde 1988'de 20 milyon dekar alanda baklagil ekimi yapılırken, 2016'ya gelindiğinde ekim alanı yaklaşık 6 milyon dekara geriledi. Üretim ise 1988'de 2 milyon 136 bin ton iken, 2016'ya geldiğimizde yüzde 50 düşüşle 1 milyon tona indi. 1988'de 2 bin ton olan bakliyat ithalatı 2016'ya geldiğimizde 400 bin tonu geçerek Türkiye'nin net ithalatçı konuma geldiği görülmektedir. Son 2 yılda baklagildeki dış açık yaklaşık 200 milyon dolar civarındadır' dedi.

Düşünsenize Kanada'dan mercimek, Nohut ithal ediyoruz. Yıllardır yüzüne bakılmayan nohut pazarda 12-14 TL civarında satılıyor. Kuru fasulyenin fiyatını görünce şaşırmamak elde değil. Bölgemizde topraklarımız bomboş dururken herkes bu fiyat artışlarının sebebini merak ediyor.

Sadece inşaatla kalkınma projeleri sürdükçe gıdada dışa bağımlı bir ülke olmaktan kurtulmak mümkün görünmüyor. İnşaat sektörü sadece iş yapılırken ekonomiye katkı sağlayan bir sektör. İnşaat yapılır, satılır ve biter. Oysa bize her gün üretim yapan ve yılın 365 günü fatura kesen, devamlılığı on yıllar sürecek işler gereklidir. [email protected]