Yazımı Samsun semalarında uçarken ve memlekete şöyle bir kuşbakışı göz atarken yazıyorum. Tam on beş gün nasıl da geçti apansız.
Memleket havası soluyarak ciğerlerimin tüm bronşlarına Samsun doldurdum.
Ben bu Samsun'u sevmiyorum sadece.
Ben bu Samsun'a aşığım da aynı zamanda.
Memlekete her gelişim sevinç ve coşku, dönüşüm ise biraz gözyaşı ve hüzün olur her seferinde.
Şimdilerde kent müzesi, öncesinde ise Demirspor lokali olan sokakta doğmuşum.
Ben bir 19 Mayıs sabahı...
Pek bir övünürüm Doğum tarihimle.
Zaten başkaca bir servetim de yoktur övünülecek.
Dün yine sokağımdan geçtim.
Doğduğum evin yerinde kocaman şekilsiz bir apartman oturuyor artık.
Tüm çocukluk günlerimin anılarına, oyun bahçeme, incir ağacımın, köpeğim Mac'ın kulübesinin tam da üzerine hem de orta yerine şekilsiz ve ucube bir apartman oturtmuşlar.
Her seferinde içim acır oraları görünce.
Çocukluğumu ve özgürlüğümü , özgürlüğümüzü elimizden alan taş yapıtlar ve betonlar..
Sokağımda eskiye ait sadece iki ev kalabilmiş her nasılsa.
Rahmetli Cemile ve Mahmur Gür ile öğretmen Düriye ve Rahmi beylerin evleri.
Bu her iki evin bahçesi de kırmızı güllerle dolu idi.
Bahçelerinde şen çocukların sesi, büyüklerin kahkaha dolu sohbetleri, içilen çayların kaşık sesine karışırdı bir zamanlar tın... tın...

"Zeytin öyle yenmez iki üç seferde küçük küçük ısırıp yiyeceksin" sözünü annem hiç unutmazdı. Yokluk ve harp gören Düriye hocanın ağzından dökülenleri nakil ederken bize.
Ancak hiç beceremedim ben bu işi.
Çünkü gerçek bir zeytin canavarı oldum ilerleyen yıllarda. Bir oturuşta otuz zeytin yemişliğim bile vardır.
Hele de bir baş sarımsak eşliğinde ise zeytinler.
Güzeldir, özeldir zeytin.
Tarih boyu barışa sembol olmuştur. Kutsaldır üstelik.
O sokaktaki evler bana çocukken kocaman görünürdü.
Oysa dün baktım küçük, kübik mütevazi yapılarmış oysa.
Cemile teyzenin balkonunda sanki gene Küçük Ufuk'un siluetini, pencerede beyaz namaz örtüsü ile ninesi Emine hanımı görür gibi oldum bir an.
Ardında Mahmut Bey amcanın kalın Atatürk kaşları deniz mavisi gözleri ve dost sesi.
Sonrasında kocaman demir bahçe kapısını aralayıp arka bahçeye süzülüverdim.
Arka bahçedeki marul karıklarına bastığım için Cemile teyzenin beni azarlayan sesini duydum sanki bir an.
Muzurdum hani. Nerde bir yaramazlık orda ben. Kadir'in kafası yarılmış ben.
Tatlı mayacının arabasının atı dehlenmiş gene ben.
Bu satırları yazarken gözlerimden akan yaşlara engel olamıyorum.
Yanımdaki kadın da kesin cenaze evinden dönüyorum diye düşünmekte.
Bana sormadan geçip giden ve beni ıskalayıp yiten çocuk yıllarım.
Gençlik yıllarım, olgun yıllarım, son yıllarım. Torunlarım Ve de torbalarım.
O yıllarda zaman mefhumu yoktu hiç.
Zaman uçsuz bucaksız sonsuz bir kavramdı benim için.
Oysa hiç de öyle değilmiş.
Bakmasını bilene zamanın ucu da, bucağı da varmış meğer.
Bu taşın sert olduğunu anlamak gibi bir şey işte.
Bir yanım hüzün ve keder.
Diğer yanım neş'e sevinç. Sevdiklerim, eşim, dostum.
Hava alanları, yolcular, uçaklar. Gidenler gelenler yitenler ve de hiç dönmeyenler.
Samsun yüreğimde hasret, burnumun ucunda tatlı bir sızı, kirpiklerimde iki damla yaş olarak hep saklı ve gizli.
Bekle beni Samsun. Bir gün döneceğim sana.
Seni en güzel yerinden nazikçe sarıp, sarmalayarak, kucaklayarak döneceğim sana.
Coştum yine dalgalanıyorum ben.
Yine yine yeniden
Sana sevdalanıyorum ben.