Bir taraftan Melihat Gülses'den Şerif İçli'nin 'Hicran, yine hicran mı aşkın sonu söyle' dizesiyle başlayan Hüzzam şarkısını dinliyorum diğer taraftan da hüznümü bu satırlara dökmeye çalışıyorum. Şerif İçli 'hicran' derken sevgiliye duyulan aşkın sonunu kast ediyordu. Bense siyasete giderek hakim olan kavga, döğüş, hakaret, isnat, iftira ve nefret dilini kast ediyorum. 2017'yi bize hüzünle, hicranla yaşatan o üslup -gözüken o ki- 2018'de de devam edecek hem de daha da sertleşerek, daha da kırıcı ve ayrıştırıcı olarak.

İnanmak ve inanılan fikri her türlü belayı da göğüsleyerek savunmak başka bir şeydir, karşıtlara hele de yol ayrımı sonrası eski yol arkadaşlarına her türlü adap ve edebin sınırlarını aşarak saldırmak, sövmek, saymak, saydırmak, hakaret etmek başka bir şeydir. Mücadelenin yiğit dili dile serseriliğin saldırgan ve çirkin dili arasındaki sınıra dikkat etmek herkesin görevidir ama en çok da toplumu yönetmeye aday siyasetçinin, aydınlatma iddiasındaki aydının ve haberdar etme, bilgilendirme iddiasındaki gazetecilerin, yazarçizerlerin görevidir. Ne yazık ki asıl aşınma da o alanlarda olmakta ya da o bölümlerde daha çok dikkat çekmektedir.

Bu topraklar asırlarca 'sevgilere' petek olmuş, sevginin yorulmaz arıları Anadolu dervişleri yine asırlarca her çiçekten bir başka usare alarak o petekte acıyı bal eylemişler. Ahmet Yesevi'den Hacı Bektaş Veliye, Taptuk Emre'den Yunus Emre'ye, Sarı Saltuk'tan Aşık Veysel'e, Altaylardan Tuna'ya, Semerkant'tan Bursa'ya, Meraga'dan Konya'ya, Üsküp'e Türk-İslam coğrafyası çiçek kokar, bal akarken bizim dilimize musallat olan bu zehir de neyin nesi?

Sormak, sorgulamak ve zehri tükürüp, dilimizi, ağzımızı, gırtlağımızı temizlemek ve yeniden özümüze dönüp sevgi diliyle gönülden konuşmak zorundayız birbirimizle. Ya bir an önce bulacağız bu sevgi dilini ya da sevgisizliğin parçalayıcı, öğütücü ve yok edici cenderesinde kaybolup gideceğiz.

Bölgemizde yaşananlardan sevgisizliğin nelere mal olduğunu hala anlayamıyorsak, neyi, ne zaman ve nasıl anlayacağız? Bu coğrafya da bunca yabancı aklın bunca projesinden kurtulmanın ilk ve en önemli şartı birbirimizi dinlemek ve anlamaktır. Dinlemek ve anlamaktan bir adım sonrası da hiç şüphe yoktur ki bir araya gelmek, birleşmek, kaynaşmak ve yeniden milletleşmektir. Bu coğrafyada her bir ferdin öneme büyüktür ve her güç o bir ferde muhtaçtır. Binler birlerin eseridir.

Umutlanmak istiyorum ama olmuyor, mikrofonu eline geçiren her kişi olmasa da birçok kişi anında umutlarımı kırıyor. Geleceğe birlik ve beraberliğimizin güveniyle değil, ayrılığın, ötekileşmenin korkusuyla bakmama sebep oluyor. Ve ben yeniden Şerif İçli'nin şarkısına dönüyor bu sefer kendi kendime 'Hicran, yine hicran mı olacak bu aşkın sonu, söyle?' diye mırıldanıyorum.