Bu satırları yazdığım sırada Samsunspor'daki mali ve idari kriz halen çözülmemişti. Futbolculardan önemli bir bölümü alacakları ödenmediği için serbest kalmış, bazıları kenti terk etmeye başlamış, yönetim istifa ettiği için divan kurulunun gayretleriyle kulübün tüzel kimliği yaşatılmaya çalışılıyordu. Kulübü ayakta tutmaya çalışan bazı duyarlı isimlerin, sayın Valimizin ve Büyükşehir Belediye Başkanımızın kişisel gayretlerine rağmen, kriz her geçen dakika biraz daha derinleşiyordu.

Şartlar böyleyken "İzzetlü" büyüğümüzün yaptığını tekrar etmeyeceğim. Yıkıcı cümleler kurmaktan sakınacağım, öfkemi yutacağım, çözüm önerilerimi de bir başka yazıya saklayacağım.

Bugünlük sadece eski Samsunspor'dan bahsedeceğim size... Çocukluk ve gençlik günlerimdeki kırmızı şimşeklerin, dimağımda bıraktığı acı tatlı anılardan dem vuracağım.

Samsunspor'un güncel sorunlarına merhem olur mu bilmem ama en azından kulübün yaşatılabilmesi için çırpınan idareci ve sporculara belki ilave bir motivasyon olur...

***

Samsunspor maçlarına ilişkin aklımda kalan ilk hatıra, stat kapılarındaki uzun kuyruklardı. O zamanlar pasolig filan yok, kuyruğa girip bilet alıyorsunuz. Sonra ikinci bir kuyruk daha, bu defa içeri girmek için bir itiş kakış...

Rahmetli babam, bayağı omuz omuza mücadele gerektiren o kuyruklarda ezilip kalacağız diye korkardı ama yine de kardeşimle beni illa götürürdü maçlara. O zamanlar Samsunspor asansör takım... Ya düşmemek için ya da ikinci lig şampiyonluğu için mücadele edilen yıllar! Haliyle her sezon kendine göre heyecanlı geçiyor. Bazı maçlarda kavga patırtı da oluyor.

Neden sonra "Tanju" diye bir isim duymaya başladık. Leblebi gibi gol attığı söyleniyordu. O zamanlar 56'larda kiralık bir evde oturuyoruz. Tanju'nun evi de bizim az yukarımızdaymış meğer. Mahallenin çocukları nasıl da onu göreceğiz diye evin etrafında dolanıp duruyorduk!

Hasbi Ağa diye bir adam... Bildiğin Çarşambili! Babacan, güler yüzlü ve olanca köylülüğüne rağmen karizmatik! Samsunspor başkanı olduğunda eski futbol adamlarından bir çoğu burun kıvırmıştı. Onun için "toptan anlamaz" diyorlardı. Ama o toptan anlamayan adam, öyle bir takım kurdu ki önce ikinci ligde şampiyonluk geldi, sonra birinci ligi sallamaya başladı.

Samsunspor fırtınalar estirmeye başlayınca daha sık maçlara gitmeye başladık. Galiba biraz da büyümüştük. Stada artık sadece Rahmetliyle değil, yakın arkadaşlarımla da gider olmuştuk.

Kalede Fatih vardı, bazen sırf fotoğraf vermek için planjona yatardı. Taraftar Kel Zafer'e çok kızardı, yerini terk edip hücuma çok çıkıyor diye ama Beşiktaşlı Rıza Çalımbay'la beraber kanat beklerinin hücuma katıldığı modern futbolun Türkiye'deki en eski temsilcilerinden birisiydi belki de. Jovanovski diye bir kanat bekini hatırlıyorum, İstanbul basını onun için Türkiye'ye gelmiş en iyi yabancı savunma oyuncusu diyordu. Orta sahada sonradan Tanju'yla beraber Galatasaray'a giden Savaş vardı. Uzaktan füze gibi şutlar atardı. Kaleci Fatih, Tanju ve Savaş milli takıma düzenli olarak çağrılır, açık oynayan Orhan da bazen onlara katılırdı. Tanju, attığı jeneriklik röveşata golleri ile Türk futbolunun en büyük yıldızı haline gelmişti.

19 Mayıs Lisesinde okuduğumuz o yıllarda Çiftlik Caddesi, seyirlik bir haldeydi. Takım şampiyonluk rüyaları görüyor, her hafta sonu yeni bir zafer kazanan Samsunspor'un galibiyet sevinciyle caddeler sokaklar kırmız beyazlı bayraklarla donatılıyordu. Çiftlikteki kafelerden birinin camında bir karikatür serisinin asıldığını hatırlıyorum: Her hafta bir başka cenaze gömülmüş, mezar taşında kiminle oynuyorsak onun adı var... Ankaragücü, Bursa, Gaziantep, Eskişehir, elbette üç büyük İstanbul takımı ve Trabzonspor!

Trabzon deyince... O senelerde Karadeniz rekabeti iyice alevlenmişti. Samsunspor şampiyonluğa oynuyor, Trabzonspor ise orta sıralardaydı. Bu durum, iki takım taraftarları arasında bayağı gerilime yol açıyordu. Hatta Samsunspor - Trabzonspor maçları İstanbul Medyası tarafından "Anadolu derbisi" diye anılır olmuştu.

Samsunspor'la ilgili acıyla hatırladığım iki büyük iz var hafızamda. Birisi elbette o korkunç kazanın olduğu gün! Üniversitede final sınavlarına hazırlanıyordum. Kazayı duyunca beynimden vurulmuşa dönmüş, ertesi sabah da sınavdan çakmıştım.

Diğer bir acı olay da geleceğin yıldızı diye bakılan genç Müjdat'ın bir başka trafik kazasında yaşamını yitirmesiydi.

Kızdığım günler de vardı... Tanju ile Savaş'ın şampiyonluk yarışı yaptığımız Galatasaray'a transferi... Çok sonraları İlhan Mansız'la Tümer Metin'in Beşiktaş'a kaçar gibi transfer olmaları....

Rahmetli Hasbi Ağa gibi hayırla yad edeceğim isimler de var: İsmail Uyanık, Ertuğrul Sağlam, Yücel Uyar, Timofte gibi...

Taraftar denince akla gelenler var bir de: Şirin Ana Rukiye Yılmaz, Teoman Taş ve elbette son kaybımız Mehmet Soykan...

Unuttuklarım yok mu? Elbette vardır. Beni bağışlasınlar. Bir kısmını benim bilgisizliğime, bir kısmını unutkanlığıma, çoğunu da yaşımın ermemesine yazsınlar.

Ama unutmamızın mümkün olmadığı isimler de var şüphesiz. Yazımızı o isimleri anarak bitirelim:

Nuri Asan! Oley!

Muzaffer Badalıoğlu! Oley!

Mete Adanır! Oley!

Asım Özkan! Oley!

Zoran Tomiç! Oley!

***

Dileğim odur ki aradan yıllar geçince bir başka kalem erbabı, Samsunspor'dan bahsederken bugünün devlet büyüklerinden ve kulüp emektarlarından "Samsunspor'u yok oluştan kurtaran" isimler diye yazsın.

Yok eğer Samsunspor mefta olursa...

Neyse, cümlemi tamamlamayayım. İyi şeyler düşünelim...