Dünden başladı tebrikler ve yemek davetleri, ben de birine katıldım. Bugün '10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü' imiş. Devlet ricali ve siyasetçilerden gelen tebrikler ve davetler o yüzdenmiş. Çalışanlara kutlu ve daim olsun günleri. Ama bir de çalışmayan/çalışamayan gazeteciler var, üstelik de sayıları giderek artıyor.

Biz, çok değil, kırk yıl öncesine kadar ne '3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü' bilirdik ne de '21 Ekim Dünya Gazeteciler Günü.' İki tarih vardı bildiğimiz; birisi Türk basınından sansürün kaldırıldığı 24 Temmuz 1908'in anısına kutladığımız Basın Bayramı, diğeri de 212 Sayılı Basın Yasası'nın yürürlüğe girdiği 10 Ocak 1961'in yıldönümlerinde andığımız 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü.

Basından sansürün kalkmasının önemi ve bayram olarak kutlanması konusunda yazılacak her satır abesle iştigaldir, onun üzerinde durmayacağım. 5953 Sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetleri Tanzim Eden Kanun'da değişiklik yapan ve basın emekçilerine büyük ekonomik hak ve güvence sağlayan 212 Sayılı Yasa oldukça önemlidir ama bırakın halkı, artık mesleğin mensupları tarafından da pek bilinmez.

Söz konusu yasanın yürürlüğe girdiği gün olan 10 Ocak 1961 günü o devrin en önemli dokuz gazetesinin sahipleri kanunu protesto etmek için üç günlük boykot ilan ederler, gazetelerini yayınlamazlar. Onlar yayınlamaz ama onların emekçileri Gazeteciler Cemiyeti etrafında örgütlenerek Cemiyet adına gazete çıkartırlar, okuyucuya haber verme ya da başka bir ifadeyle okuyucuyu habersiz bırakmama sorumluluklarına sahip çıkarlar. Bana göre, 10 Ocak'ın asıl önemi bu sorumluluk duygusudur ve bu dayanışmadır.

Çok zaman geçmedi ama hafızalarımız ya çok zayıfladı ya da gereksiz ve yabancı bilgilerle dolduğu için kendi gerçeklerini unutur oldu ki, şimdilerde giderek günün adı da değişti, çoğu yerde başına bir de dünya eklendi ve 10 Ocak Dünya Çalışan Gazeteciler Günü'ne dönüştü. Ne diyeceğimi bilemiyorum; 'umursamazlık' kelimesi hafif kalıyor, 'gaflet' ise ağır kaçıyor.

Başlıktan koptum galiba, çalışmayan gazetecilerden bahsedecekken 10 Ocak'ın mana ve mahiyetini anlatmaya saptım. Belki de o günleri yaşamış birisi olarak bugünleri görmeye mahkûm olmanın hüznü beni oraya taşıyor. Genç ve iyi yetişmiş insanların meslekten kopuşları sadece benim değil mesleğin içinden gelen her kıdemlinin yüreğinde derin yaralar açıyordur.

Olaya okuyucu açısından bakınca, gelinen noktada başta biz meslek mensupları olmak üzere birçok kişi ve kurumu suçlamak mümkündür ama okuyucunun ya da okuyucu olmayan okuryazarın bunda hiç mi kusuru yoktur? Nüfusu ve okuryazarlığı devamlı artan bir toplumda gazete tirajları -Basın İlan Kurumu için yapılan şişimeler dışında- artmıyorsa sektörde çalışan insan sayısı nasıl artsın? Hem de iletişim liseleri, meslek okulları ve fakülteler ardı ardına açılırken ve okullu gençler basın kuruluşlarının kapılarını zorlarken.

Genel ve yerel yönetimlerin biz çalışanlar dışında bir de çalışmaya gerçekten hak kazanmış o çalışmayan/çalışamayan gazeteciler için davet vermeleri, onları dinlemeleri ve yasal ve ahlaki sınırlar içinde onlara içlerindeki cevheri değerlendirecekleri alanlar açmaları gerekir diye düşünüyorum. Çok mu afaki bir düşünce bu?