Sözcü Gazetesi yazarı Emin Çölaşan Sarıkamış için 'Savaş tarihimizin en büyük hezimetlerinden biriydi' diyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise aksini söylüyor: 'Sarıkamış bir zaferdir. Daha büyük bir zafer için Sarıkamış'ta harekata devam eden ordumuz düşmana değil, tabiata yenik düşmüştür. Bu harekatta bizim askerlerimizin büyük bölümünü soğuğa kurban verdik ama Rus ordusunun 30 bini aşkın kayıpları cephede yaşanmıştır.'

Evet; Cumhurbaşkanı doğru söylüyor, Sarıkamış asla bir hezimet değildir. Belki bir yenilgidir ama düşmana değildir, tabiatadır, karadır, kışadır, donadır, açlığa, çıplaklığa ve yolsuzluğadır. Yolsuzluk derken 'ahlaki yolsuzluğu' değil ulaşım ağındaki yolsuzluğu kastediyorum. Ne yazık ki yıkılış döneminin yolsuzluğu çoktur ama yolu azdır hatta hemen hiç yoktur. Ruslar askerlerini Sibirya'dan cepheye trenlerle taşırken biz Samsun'dan Sarıkamış'a yürüterek götürüyorduk. Onlar 3 günde getirdiler, biz ancak 32 günde götürebildik. Onlar silahı da cephaneyi de trenlerle taşıyorlardı, biz Ankara'dan ötesine Ulukışla'dan Sarıkamış'a katır ve eşeklerle naklediyorduk. Bu şartlar altında savaştık ve sanılanın aksine Allahüekber'e çakılıp kalmadık, karı da yendik, kışı da yendik, donduk, öldük ama aştık o dağı. Heyhat, aşanlar da düşman mitralyözleriyle düştüler vatan toprağına, alamadık Sarıkamış'ı, kurtaramadık Kars'ı.

Bir de şu var; Kars ve çevresi ta o meşum 93 harbinden beri Rus işgali altındadır. Biz oraya, bazılarının sandığı ve bizi de inandırmak için yalan üstüne yalan uydurduğu gibi, macera için gitmedik, işgal altındaki vatan toprağını kurtarmak için gittik. Gitmese miydik, devam etse miydi Ruslar vatan toprakları işgale? Ve baharla birlikte alacakları takviyelerle daha içerilere doğru ilerlemeye.

Emin Çölaşan 'Sarıkamış'a ilk defa zafer denildiğini' yazıyor biraz alaycı bir dille. Orada da yanılıyor. Yıllar önce de bir başkası, bir Emin Çölaşan benzeri bir gazeteci, Sarıkamış Varlık Gazetesinin yazarı daha 1921'de 'hezimet' deme gafletinde bulunmuştu da ta Falih Rıfkı Atay'dan ağzının payını almıştı. Falih Rıfkı o muhteşem Türkçesiyle şöyle diyordu: 'Varlık muharriri(yazarı) için Sarıkamış taarruzu Türk tarihinde bir lekedir. Hayır, Sarıkamış Türk milletinin tarihinde bir şereftir. Ve ben bir gün oraya gitseydim, Sarıkamış'ın karlı dağlarını seyrederken belki ağlardım; fakat asla utanmazdım.'

Evet, her Türk o karlı dağlarda, o dar geçitlerde yaşanan dramlarla hüzünlenmeli, ama savaşın sonuncundan dolayı asla utanmamalı, tam tersine, gösterilen azim ve fedakarlıklarla gururlanmalıdır. Yine Falih Rıfkı Atay'a döneceğim ve aynı yazıdan alıntılayarak şu satırlarla bitireceğim Sarıkamış yazısının bu ilk bölümünü:

'Türk milleti son harpte bilhassa iki yerde tabiat ve imkansızlıklarla boğuşturuldu: Çöl ve Sarıkamış!

Allah'ın birini ateşten, birini buzdan yarattığı bu iki müthiş cehennemden Türk sabrı, Türk cüreti imtihandan geçti. Sarıkamış şehitleri bir güneş aksinin hasreti ile, Sina şehitleri bir su damlasının hasreti ile öldüler. Birinin güneşi Türk cesedini bir kar gibi eritti, öbürünün karı bir madde gibi dondurdu.

Fakat Türk'ün ruhuna ne oldu. Bu ruh gösterdi ki hala güneşten daha zorlu ve buzdan daha yakıcıdır.'(Kısmet olursa bu konuya ileri yazılarımda da zaman zaman devam edeceğim.)