Yirmi senelik ilkokul öğretmeni Ahmet Mülayim Vatansever, Türkiye'yi derinden etkileyecek olan 15 Temmuz darbe girişimini pek çok kimse gibi televizyondan öğrenmişti. Sokaklarda dolaşan tankları, meclisi bombalayan savaş uçaklarını, kamu kurumlarını ve medya kuruluşlarını işgal eden darbeci askerleri seyrederken memleketin akıbeti için herkes gibi o da endişelenmişti. Ertesi gün darbe bastırılıp demokrasi galip gelince memleketini seven bir vatandaş olarak sevinmişti.

Ama bir gün rüyasında görse inanmayacağı bir şey oldu ve okul müdürü ona meslekten ihraç edildiğini söyledi. "Anlamadım? Neden?" diye sordu, eline tutuşturulan matbu kağıdı okuyunca "Terörist olduğunu" öğrendi.

Başından kaynar sular dökülmüştü. Terör örgütü olduğu ilan edilen yapılanmayla en küçük ilgisi yoktu. Bankalarının önünden bile geçmemişti, sendikalarına üye olmamıştı, herhangi bir etkinliklerine katılmamıştı, çocukların okullarına veyahut dershanelerine yollamamıştı, üstelik o cenahtan doğru düzgün tanıdığı kimse de yoktu.

Evine gitti, hanımına durumu anlattı. Kadıncağız şaşırmıştı ama soğukkanlı karşıladı durumu. Bir yanlışlık olmalıydı. İsim benzerliği filan gibi bir şey... Merak etmesindi... Yakında ortaya çıkar, tekrar öğrencilerine kavuşurdu.

İşler umdukları gibi gitmedi. İtiraz edecek bir makam ararlarken bir gün evlerine polisler geldi. Bilgisayarlarına, cep telefonlarına, flaş disklerine el koydu. Ahmet Hoca'yı da nezarete götürdüler. O zaman öğrendi suçunu: Telefonunda bylock diye bir program olduğu söyleniyordu. İlk defa duymuştu bu kelimeyi. Sorup soruşturduklarında bunun darbenin arkasındaki yapının kendi aralarında haberleşmek için kullandıkları bir program olduğunu öğrendi. Kendisini önce savcının sonra da hakimin karşısında buldu. "Efendim ben bu programı ilk defa duyuyorum, hiç kullanmadım, nasıl kullanıldığını bilmem. Telefonumu kimseye de vermedim, bir yanlışlık olmalı... Kaldı ki benim bahsi geçen gurupla en küçük bir ilişkim yok." diye izah etmeye çalıştı. Ama nafile!

Aynı suçlama ile hakim karşısına çıkartılan zanlılardan yarısı adli kontrol şartıyla serbest bırakılırken o dahil diğerleri demir parmaklıkların arkasına gönderildi. Serbest kalanların hepsi hanımdı. Suçlamalar aynı olsa da kendince bir mantık güdenler, bayanlara pozitif ayrımcılık yapmıştı.

Ahmet Hoca çaresiz ve şaşkındı. Bildiği tek şey suçsuz olduğundan emin olmasıydı. Sürekli "Ben buradan çıkacağım. Ne yapıp edip kendimi aklayacağım." deyip duruyordu.

İlk açık görüşte ailesine "Sabredin" diye telkinde bulundu. Lakin hanımı ve evlatları için işler çok zorlaşmıştı. Eşi çalışmıyordu. Kızı lise sondaydı ve üniversiteye hazırlanıyordu. Küçük oğlu ise bir zamanlar öğretmenlik yaptığı okulun öğrencisiydi. Herkes onlara cüzamlı muamelesi yapıyordu. Eski arkadaşların neredeyse hepsi onlardan uzaklaşmıştı. Bir iki vicdan sahibi dost, "Yahu Ahmet Hoca'yı tanıyıp bilmesek neyse! Kendi halinde bir adamdır. Ne işi olur teröristlerle? Kesin bir yanlışlık vardır" diyecek olsa, çok daha büyük bir koro burun kıvırıyor, "Madem suçu yok, ben niye dışarıdayım da o içerde!" diye kestirip atıyordu.

Eski okulundaki öğretmen arkadaşlarının çoğu, "Nasıl da anlamadık, adam meğer kriptoymuş!" diye fısıldaşıyorlar, aynı okuldaki oğlundan bahsederlerken "Vah, vah... Gördün mü bak, Ahmet Hoca zavallıcığı da yaktı!" diyorlardı.

Ailenin büyükleri üç beş kuruş para gönderiyor, ama bir yandan da "Bu paraları şu çocukların hatırına veriyoruz, yazıklar olsun Ahmet'e" demekten geri durmuyorlardı.

Ahmet Hoca, hakim karşısına çıktığında adeta yalvarıyordu: "Allah aşkına bir daha baktırın benim telefonuma efendim, ben suçsuzum. Çoluk çocuğuma acıyın!"

Koğuş arkadaşları, avukatlar ve benzer durumda olan herkes "Suçsuzsan ortaya çıkar, neticede teknik işler bunlar, üç sene geçer, beş sene geçer... Hakikaten suçsuzsan bir gün kurtulursun!" diyorlardı. Ama günler haftaları, haftalar ayları kovalıyor; bir türlü beklenen o güzel gün gelmiyordu.

Çaresizlik de öğreniliyor netice itibarıyla. Bizim Ahmet Mülayim Vatansever, -artık ona kimse hoca demiyordu, hapishane hayatına alışmaya çalışıyordu. Bolca kitap okuyor, yaşadıklarına dair felsefi düşüncelere dalıyor, bu arada bolca ibadet ediyordu. Hayatı boyunca iyi bir insan olarak yaşamaya çalışmıştı. Vergilerini zamanında öder, kimse bir kuruş borçlu kalmaz, devletin bekasına değer verir, vatana millete hayırlı evlatlar yetiştirmeye gayret ederdi. Peki ama bu başına gelen neyin nesiydi? Durup dururken özgürlüğü kısıtlanmış, haksız yere terörist yafta yapıştırılmıştı üstüne...

Neden sonra kulaktan kulağa bir haber fısıldanmaya başladı. Anlatılanlara bakılırsa, bylock denen programı yazan odakların, bazı tuzak programlar vasıtasıyla alakasız kişilerin telefonlarına bu programı kopyalayan yazılımlar geliştirdiği ortaya çıkmıştı. Adına "mor beyin" dedikleri bir dijital tuzak vasıtayla, son derece masum bazı müzik ve namaz saati gibi programları telefonlarına indiren kişiler, meğer kendi iradeleri ve bilgileri dışında "bylokçu" oluyorlarmış.

Derken, bu dehşet verici tuzağı devlet ricalinde birileri fark edince yeni bir çalışma yapıldığını öğrendi. Bir süre sonra da müjdeli haber geldi: Ahmet Hoca masumdu. Kendisi gibi masumiyeti anlaşılan on binden fazla insanla beraber aklandı ve serbest bırakıldı.

Bizim Ahmet Hoca, bu günlerde özgürlüğün tadını çıkartıyor. Ailesiyle bolca vakit geçiriyor, doyasıya geziyor. Bir yandan da tekrar mesleğe döneceği günü iple çekiyor. Eli kulağında, ihtimal ki ikinci dönem o çok özlediği tebeşir kokusuna kavuşacak.

Haksız yere hapiste yattığı on bir ayı hiç kimse ona geri getiremeyecek. Babasız hazırlandığı için geçen sene üniversite sınavında başarısız olan kızının kaybettiği bir yıl da geri gelmeyecek. Ona "teröristin oğlu" diyen sınıf arkadaşları yüzünden ruhu örselenen küçük oğlunun içine kapanıklığı geçer mi bilinmez. Konu komşu tarafından dışlanan hanımı, onu zor zamanda yalnız bırakan mahalle arkadaşlarının yerini nasıl dolduracak, o da bir muamma...

Ahmet Mülayim Vatansever ile geçen hafta tanıştım ben... Gerçek adı bu değil tabii... İsmi duyulsun istemiyor, yaşadığı acılardan sonra ona da hak vermek lazım.

Bizim toplum olarak Ahmet Hoca gibilerden çıkartacağımız çok ders var: İnsanlar hakkında karar verirken bazen acımasız oluyoruz. Adaletin temel kuralı olan "aksi ispatlana kadar herkes suçsuzdur" ilkesini çoktan unuttuk. İnsanları çarçabuk vatan haini ilan ediyoruz. Üstelik bu aceleciliğimizin en çok gerçek vatan hainlerini sevindirdiğini akıl edemiyoruz.

Mor beyin denen tuzağı kuran kara vicdanlılara gelince... Bu dünyanın adaleti sizi yargılar mı bilmem, ama İlahi adaletten nasıl kaçacaksınız? Onca kul hakkı ile gireceğiniz mezarlarda rahat edebilecek misiniz?

Ahmet Hoca kurtuldu... Peki ya umutsuzca adalet bekleyen başka Ahmetler, Mehmetler var mıdır? Ne dersiniz?