Öteden bu yana genel kanaat şudur ki, Türk'ler savaş alanlarında kazandıklarını, çoğunlukla masada kaybetmektedir. Genellikle, kısa dönemlerdeki kriz karaları üzerinde durarak, bir türlü haritanın büyüğünden olayları değerlendiremiyoruz, uzun vadeli planlarımız yoktur. Türkiye üzerinde bugün oynanan olayların temelleri, 18. yılın başlarında atılmağa başlanmıştır. Önceleri ikili antlaşmalar ile Osmanlıyı parçalamak istemişlerdir. ABD dahil tüm batı ülkelerinin aralarındaki bu antlaşmalar üzerinde durulduğu zaman, görülecektir ki, her biri salyaları akan aç kurtlara benzemektedirler. Hepsi de inisiyatifi öncelikle nasıl ben alırım çabası içindedirler. Osmanlı Devleti üzerinde batının emellerini görmek için, lütfen 10 Ağustos 1920'de, Fransa'nın Serv kentinde imzalanan, Serv Antlaşmasına bakınız. Sevr antlaşmasının 433 maddesinde birçok hususlar zikredilmekle birlikte, Osmanlı Devleti diye bir devletin yokluğudur. En önemli maddesi ise, lüzumu halinde istedikleri yerleri işgal edebilme yetkileridir. Mustafa Kemal Atatürk ile Arkadaşları, 7 düvele karşı kazandıkları İstiklal savaşı ile bu antlaşmayı yırtarak atmışlardır. Sonuçta imzalanan, Lozan (24 Temmuz 1923, İsviçre'nin Lozan kenti) antlaşmasını hazmedememektedirler. Hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar ve her vesile ile Serv'in maddelerini önümüze sürmeye çalışıyorlar. Bunun için hiç bıkmadan usanmadan, güçsüz düşeceğimiz zamanları kollamaktadırlar ve buna devam edeceklerdir.

İşte önümüzdeki harita budur ve bir an evvel bunu gerçekleştirme çabası içindedirler. Asla bu düşünceler, bütün Dünyanın bize düşman olduğu bir paranoya değildir. Dış politikamızda, 'Türkiye'nin düşmanı yoktur, dostu da yoktur Sadece ülkemizin çıkarları vardır' prensibi esas olmalıdır. Eğer Orta Doğu'ya tamamen ABD hakim olsa idi, zaten şimdiye kadar her şey bitmiş olurdu. Orta Doğu'da dostluğuna şüphe ile baktığım, ezeli düşmanımız olan Rusya'nın varlığı, Ülkemiz açısından, ABD'nin isteklerini gemlemede bir denge unsuru olmaktadır. Elbette, Rusya'da PKK ile bunun türevleri olan terör örgütlerine karşı değildir. Fakat, bir tarafın aşırı isteklerinin dengelenmesinde muvazene unsuru olabilmektedir. Elbette, bu iki düşman kardeşin, ganimetleri paylaşmadaki rekabeti ile hegemonyalarındaki rekabetleri, birçok hususta bu iki ülkeyi karşı karşıya getirebilmektedir. Güçlülerin rekabetlerinden faydalanıp bunu avantaja çevirmenin yollarını aramalıyız. Genç Cumhuriyet kurulur iken, esas olan dış politika da bunun üzerine kurulmuş idi. Birinci Dünya savaşından yorgun çıkan, ABD ile batı ülkeleri ile Ekim devrimini tamamlayamayan Rusya da çok meşguldü. Batı, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının harekatını, taşeron olarak veya vekalet savaşı olarak Yunanistan'a havale etti. Ama o da yüzüne gözüne bulaştırdı. Bu bakımdan, genç Cumhuriyet kurulurken, milletler arası dengeleri çok iyi kullanmıştı. Bu husus, en az cephede kazanılan savaşlar kadar önemlidir, önemli olmağa devam edecektir.

Türkiye'nin önündeki tek seçenek, kendi çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmak olacaktır. En kısa zamanda, FETÖ ile çok büyük darbe alan TSK güçlendirilerek, Türk milletinin gönlündeki yerine oturtulmalıdır. Gerek sanayi gerekse tarımda yeterli olmalıyız. Bunun yanında, savaş sanayimiz en kısa zamanda dışarıya muhtaç olmayacak şekilde geliştirilmelidir. Bilimsel erk ve güç her şeyin üstesinden gelir. M. Kemal Atatürk'ün dediği gibi 'Türk milleti zekidir, çalışkandır'. Öyle ise, Türkiye her şeyin üstesinden gelir. Saygılarımla.