Belki biraz ağır kaçacak ve bazıları itiraz edecek ama bana göre Cumhuriyet tarihinin maliyeti en yüksek dışişleri danışmanı, bakanı ve başbakanı tartışmasız Ahmet Davutoğlu'dur. 'Stratejik derinlik' ve 'sıfır sorun' gibi sloganlarla çıktığı ya da bizleri de çıkarttığı yolculuk ne yazık ki hiç istemediğimiz halde beş milyona yakın sığınmacıya ve küçük çaplı da olsa, bizi her milleti yoracak bir savaşla karşı karlıya bıraktı.

Sadece sığınmacıların ve savaşın maliyeti değildir sorun olan, yerinden oynayan taşların yol açacağı belirsiz ve tahmin edilemezler yıkımlar da var işin ucunda. Yanlış anlaşılmasın, her şey onun eseri demiyorum ama pek çok şeyde onun boyunu aşan hayallerinin büyük vebali var bunu söylüyorum.

Sayın Cumhurbaşkanı ile yan yana fotoğraf verme mutluluğundan hemen sonra bir televizyon kanalına çıkmış ve 'yaptıklarımın arkasındayım, hiç pişmanlık duymuyorum' mealinde bir şeyler söylemiş. Ardından da Samsun'a gelmiş, önce bir dost gurubuyla sohbet eylemiş, ertesinde de Havza'da şehit cenazesine katılmış. Merak ediyorum, hoca 'şehit için helallik isterken' bizimki neler düşündü neler hissetti acaba?

Söz şehit cenazesine, şehidin cenaze namazına geldi ya, bir merakımı daha yazmazsam duramam. Hoca efendiler tekrar tekrar soruyorlar cemaate 'razı mısınız?' diye. Bir de helallik istemiyorlar mı aziz şehide, hepten sarsılıyorum. Biz kim şehide helallik vermek kim? Hocalar soruyor: 'Şehide Hakkınızı helal ediyor musunuz?' Biz de hep bir ağızdan cevap veriyoruz: 'Helal olsun!' 'Ne hakkımız var' demek hiç aklımıza gelmiyor niyeyse! Aziz şehit 'sen hakkını helal ediyor musun bize?' Asıl olan o, asıl olan senin helal edip etmemen. Çünkü hak sahibi sensin. Bu vatanda da, bu millet de, bu cemaatte de hak sahibi sensin ve hakkını helal edip etmeme hakkına sahip olan da sadece sensin. Sen bize hakkını helal ediyor musun yiğidim, aslanım, sen helal ediyor musun, sen onu söyle, boş ver gerisini. Bizim ne hakkımız var ki sende helal etmeyelim!

Onaylayalım ya da onaylamayalım, oy verelim ya da vermeyelim, bu devlet bizim olduğu gibi hükümet de bizim. Hele ordu, kumpaslarla sarsılsa da, bazı rütbeliler gördükleri, bildikleri kumpaslara boşalacak kadrolara atanmak gibi askerliğin ruhuna aykırı bir tavır sergilemiş ve darbe gibi bir ihanete kalkışmış olsa da o da bizim ve gözbebeğimiz. Onlar savaşırken ne o savaşa karşı çıkmak vatanseverliğe sığar ne de o savaşı siyasi amaçlarla istismara kalkışmak doğru olur. Bir ve beraber olmanın en gerekli olduğu an bu andır. Bu arada 'Kul hakkı bundan müstesnadır' notunu da düşelim.

Savaş kaybetmeyen iki komutandan iki ayrı akıntıyla bitireceğim bu yazıyı belki birilerine lazım olur diye. Timur 'hiçbir savaşı düşmanımın istediği yerde ve zamanda kabul etmedim; savaşın yerini de zamanını da ben tayin ettim' der. Atatürk de 'ne erken davranmak ne de geç kalmak, ne yapılacaksa tam zamanında yapmak' dermiş. Demem o ki savaş da barış da yerinde ve zamanında gerek.