Sıradan insanlar söylese, yazsa sorun değil ama adının başında akademik unvan bulunan birileri yazıp söyleyince üzülüyorum. Onlar adına da ama daha çok ülkemin eğitim seviyesi ve gençlerimizin geleceği adına. Bir de temsil iddiasında bulundukları kavramlara, değerlere verdikleri zarar adına.

Bunlardan birisi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nin bir akademisyeni aynı üniversitenin televizyon kanalı ÇOMÜ TV'de Sultan II. Abdülhamit hakkında konuşmuş. İkinci Meşrutiyet'in ilanının yüzüncü yılı vesilesiyle hemen her tarafta Abdülhamit Han anlatılıyor. Şahsiyeti ve dönemi enine boyuna anlaşılması ve anlatılması gereken birisi Sultan Abdülhamit Han, bu açıdan yapılanlar son drece doğru. Yeter ki bilim adamları her türlü önyargıdan, her türlü politik ve ideolojik saplantıdan ve en önemlisi de bunu vesile kılarak başka değerlere, kavramlara, kişi ve kurumlara sövme ucuzluğuna düşmeden anlatsalar, anlatabilseler.

Ne yazık ki bahse konu şahıs bunu yapmak, Abdülhamit Han'ın şahsiyetini ve dönemini anlatmak yerine o fırsattan istifade Cumhuriyet dönemine adeta kin kusmuş. Hiçbir delil, hiçbir belge göstermeden ve hatta bırakın belge ve delil göstermeyi, bir isim dahi zikretmeden 'Cumhuriyet döneminde Bursa ve Çanakkale'de bazı camilerin genelev olarak kullanıldığını(!)' öne sürmüş, sürebilmiş. Bu iddia bazı kesimlerde yaratılan ve körüklenen Cumhuriyet nefretinin hangi boyutlara ulaştığının açık bir belgesidir. Sadece onun değil bazı kavramları öğretmesi ve örnek olması gereken ilim kadrolarının nasıl çürüdüğünü de gözler önüne sermesi bakımından son derece önemlidir ve adeta bir alarm zilidir.

Bu ifade aynı zamanda hem Bursa hem de Çanakkale halkı için de, Milli Mücadele'nin yapılmasında ve kazanılmasında son derece önemli rolleri bulunan devrin örnek din adamları, söz gelişi Ankara Müftüsü Börekçi Rıfat, Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendiler ve Milli Mücadeleye katılan tüm diğer din adamlarının aziz hatıralarına da saygısızlıktır. 'Camiler genelev olarak kullanılacak' ve küffar karşısında ayağa kalkan o insanlar ve o illerin sakinleri susup oturacaklar, öylemi? Bu akıldışı yalanı bir akademisyen nasıl söyleyebilir, böylesine rezil bir iftirayı bir ilahiyatçı nasıl atabilir? Durup düşünme zamanı değilse ne zamanıdır?

Tıpkı devenin boynun eğri diyenlere verdiği 'nerem doğru ki' cevabını hatırlatan ve üzerlerinde tek tek durmayı, açıklama yapmayı değmeyecek daha bir yığın herze var o konuşmada. Derdim herzelere cevap vermek ya da bir şahsı eleştirmek değil, derdim bir yaraya parmak basmak. Derdim bu toplumun değerlerine saygılı milyonları onlar adına bu herzeleri öne sürenlere karşı uyarmak. Tedbiri onlar alırlarsa, onlar "bizim değerlerimize sahip çıkmamızla bu tür yalan ve iftiraların bir ilgisi yok' demedikleri ve onların arasında buldukları sürece bu türler çoğalacak, toplumu yanıltacak daha vahimi de kutuplaştıracaklardır. Siyaseten yeterince ayrışmış bir toplumun bir de tarih üzerinden düşman kamplara bölünmesi bu topluma yapılabilecek en büyük kötülük olur.

Bir taraf bir dönemi böylesine rezil bir şekilde suçlamaya kalkarsa başkaları da onların savunduğu dönemi aynı üslupla eleştirir ki bundan kimse yarar sağlamaz. Herkes attığı çamurun bir fazlasının kendisine atılacağını bilmeli ve tarihi çamurlara bulamak yerine onun deneyimlerinin ışığında bugünü ve yarını planlamaya bakmalı.

Bir de şu Lozan'ın gizli maddeleri meselesi var bu efendinin dillendirdiği ve zaman zaman başkalarınca da dillendirilen; büyük bir yalandır. Lozan'ın gizli maddesi yoktur, olması da mümkün değildir. Lozan Türkiye dahil 11 devlet temsilcisi tarafından imzalandı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde uzun uzun görüşüldü, tartışıldı. Gizli madde ve yüz yıl geçerli olduğu iddiaları, tekrar ediyorum, bir büyük yalandır.