O muhteşem türküyü dinleyinceye kadar ne Aşık Feymani'yi bilirdim ne de Celal Bakar'ı. Aşık Feymani mahlasını kullanan Osman Taşkaya bu vatanının güneyinden, Toroslardan. Onun deyişini hakkını vererek okuyan Celal Bakar da tam tersinden ülkemin kuzeyinden. Şiran doğumlu ama Samsun'da yetişme. Yüzüncü Yıl Lisesi mezunu. Türkiye'nin kıymeti bilinmeyen sesi, eski TRT sanatçısı Metin Solmaz Hoca'nın öğrencisi. El verenlerden birisi de yine bir Samsunlu, büyük saz ustası Çetin Bahadır.

Sözlerini ben yazayım, zevkine varmak için de siz bir yerlerden bulup dinleyin ama özellikle de Celal Bakar'dan dinleyin. 'Ölüm yakamdan tutma git/ Gençlik çağım geçende gel/ Gurbet elde merhamet et/Var sılama göçende gel/ Şu dünyanın hevesinden/ Geçmez gönül davasından/ Yavrularım yuvasından/ Kanatlanıp uçanda gel/ Feymani'nin ladesini/ Takip eyle vadesini/ Ölümsüzlük badesini/ Yar elinden içinde gel.'

Son günlerde dost yakalarından hiç ayrılmıyor ölümün acımasız eli. Ve giderek daha sık alıp gidiyor dostlarımızı bizden. Yanmak yakılmak ve de Feymani gibi 'ölüm yakamdan tutma git' demek fayda etmiyor. Türkü'nün her kıtası, her mısraı güzel ama şu 'yavrularım yuvasından/kanatlanıp uçanda gel' bölümü bir başka. Şimdileri pek bilmiyorum ama benim neslim o babaların, o annelerin o dualarıyla büyüdü. Ne paraydı ne puldu, ne handı ne saraydı, yavrularını büyütüp yuvadan uçurmaktı onların tek dileği. Cümlesi nurlar içinde yatsın. Bizim nesil önce Allah'ın sonra onların eseridir.

Haftanın son üç gününde üç dostu ve bir dostun da annesini aldı ecel bizden. Camiden camiye, mezarlıktan mezarlığa yetişemedik kimi zamanlar.

İlk önce Samsun Eğitim Enstitüsü'nün seksen öncesindeki ülkücü hocalarından Burhan Şahin'i verdik toprağa. Ertesi gün de yine seksen öncesinin sıkı devrimcilerinden Kaya Akal'ı. Burhan Hoca ile fikir de aynı, Kaya Akal'la da karşı saflardaydık ama ikisi de benim arkadaşımdı. Nasıl olmasınlar ki ikisi de iyi insandı ve ikisi de vatanseverdi. Şimdilerde geriye baktığımda vatanseverlerin bölünmüşlüğüne o kadar çok hayıflanırım ki.

Burhan Hoca'nın cenazesinde bulundum ama Kaya Akal'ın cenazesine katılamadım. Aynı anda Havza'da da sevgili dostum Fatih Bıyık'ın annesi toprağa verilecekti. Fatih Bıyık ve cenazeden söz açınca Mehmet Ağar'dan ve şu Doğru Yolculardan bahsetmemek olmaz. Mehmet Ağar'ı gören bir dostum 'Ağabey, Mehmet Ağar da gelmiş, herhalde kadro olmak böyle bir şey' dedi. Evet, kadro olmak öyle bir şeydir; iyi günde de kötü günde de yan yana olmaktır. Orada sadece Mehmet Ağar yoktu, kimisi Adalet Partisi'nde, kimisi Doğru Yol Partisi'nde, kimisi de her ikisinde de yöneticilik yapan çok sayıda kıdemli siyasetçi vardı.

Havza'dan döndüğümün gecesinde bu seferde Osman Soy'un acı haberini aldım. Kader de onun cenaze merasimine katılmak ve onun acısıyla yanmak da varmış. Bunlar haber aldıklarım, alabildiklerim; kim bilir daha haberini almadığım, aldığımda yüreğimin dağlanacağı kaç dost kaybı var? Yaşlanmanın en acı tarafı bu olsa gerek. Acılarla yaşlanmak, acıları çoğaltarak yaşamak ve bir gün 'yakayı ölüme kaptırmak', sevenleri acılarıyla baş başa bırakmak ve 'taht misali musalla taşındaki birkaç dakikalık saltanat' sonrasında dünyayı terk etmek! Mukadder akıbet budur.

İnsana düşen geriye saygı ve sevgiyle anılacak bir ad bırakabilmek. Bunu başarabilenlere ne mutlu…