Türkiye'nin Afrin'de "Ne işi var?" diyenler; ABD başta olmak üzere bölgenin enerji kaynaklarına el koymak isteyen emperyalistlerin desteklediği PKK, PYD ve DEAŞ içinde yer alan Müslüman olmayan birtakım yabancı profesyonel askeri unsurların varlığını sorgularsa, o sorunun cevabını bulur!..

Konuya siyasi husumetlerle bakmak ve o yabancıları, "Emperyalizme karşı savaşan devrimciler olarak kabul etmek", Engels'i, Karl Marks'ı ve Lenin'i inkar etmektir…

Yani, bir sosyalistin emperyalist düşünceye yataklık etmesi düşünebilir mi?..

Yani, asıl mesele siyasi değil; enerji kaynaklarına çökmek ve İsrail'in güvenliğini sağlamaktır….

AK Parti iktidarı, dost ve müttefik görülenlerin tezgahlarıyla dış politikada yanlışlar yapmıştır…

Ancak, "Fırat Kalkanı" ile başlayan ve "Zeytin Dalı Harekatı" ile sürdürülen uyanış, gerçeklerin su yüzüne çıkmasıyla başlamıştır…

Erdoğan, bu iki yüzlülüğe Zeytin Dalı Harekatı'ndan önce "Artık bıçak kemiğe dayanmıştır" sözleriyle bu isyanını dile getirmiştir. Irak'ı "Demokrasi" vaadiyle parçalayan aynı ifadelerle Suriye'de de kardeş kanının akıtılmasını sağlayan emperyalist güçler, göç dalgasıyla da Türkiye'ye ağır bir ekonomik yük bindirmiştir...

Bir taşla 5 kuş vurmak gibi bir şey!..

"İnsani yardım sözleri" de diğer vaatleri gibi yalan çıkmıştır...

Müslüman Arapları, mezhep çatışmalarıyla Osmanlı'ya karşı ihanet ettirenler, Cumhuriyet döneminde de Kürtleri kışkırtmış, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da isyanların arkasında yer almıştır...

Bugünlerde birtakım geri zekalıların dil uzattığı Atatürk; bu tezgahı 81 yıl önce gördüğü için İran, Irak, Pakistan ve Afganistan arasında 1937 yılında Sadabat Paktı'nın oluşturulmasını sağlamış ve bu anlaşmayla bölge halkları uzun yıllar huzur ve barış için yaşamıştır...

Erdoğan'ın, dost yalanlarını ve riyakarlıklarını görerek, bölge ülkeleriyle ilişkileri yeniden düzenlemesi ve askeri operasyonlara başlaması, işte o milli uyanışın eseridir…

Meselenin özü, Kürt kardeşlerimiz değil; bölgeye çökme sevdasında olan emperyalistlerle ilgilidir…

Yoksa, Saddam'ın zehirli gazından kaçmayı başarabilen milyonlarca Kürt kardeşimize kapılarımızı sonuna kadar açar mıydık?..

Bölgede milyonlarca insan, dünyayı sömüren birkaç ailenin elinde bulunan enerji şirketlerinin doyumsuz kazanç hırsları yüzünden öldürülmüştür...

Yani yaşanan insanlık dramının dinle imanla alakası yoktur!..

Emperyalizm, gözünü kestirdiği ülkelerde önce etnik ve mezhepsel ayrışmaları sağlıyor sonra da yarattığı kaotik ortamla toplum psikolojisini çökerterek, umutsuzluk ve karamsarlık oluşturuyor…

Çoğumuzun haritada güçlükle bulabileceği Ruanda'da tezgahlanan "böl-parçala ve yut" projesi, akıllara ziyan bir projedir…

Ruanda, Orta Afrika'da etrafı Uganda, Kongo, Burundi ve Tanzanya ile çevrili bir ülkedir. 28 bin küsur kilometre karelik, 12 milyon nüfuslu bir ülkedir.

Önce Almanlar, sonra Fransızlar ve en sonunda da Belçika'nın sömürgesi olan bu ülkede, emperyalizme karşı uyanış başlayınca, yüz yıllarca aynı dili konuşan ve aynı kültürü paylaşan halkı, "Hutu" ve "Tutsi" diye ikiyi böldüler. Ortada hiçbir bilimsel bir veri ve çalışma olmamasına rağmen güzel ve yakışıklı olan zenginleri, "Tutsi", diğerlerini de "Hutu" ilan ettiler. Öyle ki, 10 büyükbaş hayvanı olan "Tutsi", daha azına sahip Ruandalı ise "Hutu" oldu. Halk bu 'deli saçması' ayrışmanın farkında değildi…

Şaka gibi değil mi?..

Hutular ile Tutsiler arasında çıkan iç savaş yüzünden ülke nüfusu, 1994 yılında 12 milyondan 7 milyona düştü, 3 milyon Ruandalı komşu ülkelere göç etmek zorunda kaldı..,

Altın ve bakır madenleri sömürgecilere, acılar da yoksul Ruanda halkına…

Dünya gerçekleri, bize vahşi kapitalizmin karşısında 'kenetlenmek' zorunda olduğumuzu bir kere daha göstermektedir…

Birbirimize düşmek; kan emiciler ve eli kanlı katillerin ekmeğine yağ sürmektir…

Onlar elbet bir gün geldikleri gibi gider ama 'ihanet' izleri ve 'acılar' asırlarca silinmez!..