Çocukken, sadece insanların, hayvanların, ağaçların ve bitkilerin doğup, büyüyüp yaşlanıp sonunda da öldüklerini sanırdım. Meğer semtlerde doğar, gelişir, güzelleşir, yaşlanır, yorulur, değişir ve ölürmüş.

Ben bu kentte Mecidiye Caddesinin doğuşuna yetişemedim ama haydi haydi günlerini iyi bilirim. Pırıl pırıl dükkanlarını, ışıl ışıl vitrinlerini büyük bir ilgi ve hatta hayranlıkla seyrettiğim çok günler vardır. Zühal 'Hadi bir Mecidiye yapalım' dediğinde sanki bir davete gidiyormuşçasına bir telaş alırdı bizi, kılığımıza kıyafetimize çeki düzen verir öyle çıkardık dışarıya. Konak Sineması'na gitmek başlı başına bir merasimdi. Her hafta bir Konak bir de Yıldız seferimiz vardı üç dört dost aileyle birlikte.

Yine giderim, yine geçerim o caddeden hem de haftada birkaç kere ve selamlaşırım oranın özellikle de sokakta tezgah kurmuş ekmek peşindeki seyyar esnafıyla. Severim onları, onların da beni sevdiklerini sanırım, en azından öyle vehmederim. Ayaküstü sohbet de ederiz. Artık başka bir dünya kuruluyor orada, hayat bir başka şekilde akıyor geleceğe.

Hüzün beni Çiftlik'te yakalıyor. Yetmişli yıllarda yeni yeni gelişirken dört yılım geçti orada. Sevgi dolu, acı dolu, umut dolu ve neşe dolu dört uzun yıl. İki binden bu yana da artık Çiftlik'te oturmasam da hep oldum orada. Ya bir şeyler almak ya da dostlarla keyifli bir sohbet eşliğinde volta atmak için. Hele de bahar ve yaz akşamları bir başka keyifliydi o caddede volta atmak.

Uzun zamandır artık hiç keyif vermiyor Çiftlik bana. Araç trafiğine kapatılan cadde hızla kimlik değiştiriyor. İki inatçının dışında bilinen markaların mağazaları birer birer terk ettiler caddeyi. Şimdilerde bankalar da terk ediyor Çiftliği. İşadamının terk ettiği caddede bankalar niye ve nasıl dursun ki?

Önce ağaçlar kesilmişti, şimdilerde insanların ayakları kesiliyor. Daha doğrusu insan dokusu değişiyor. Düne kadar görmediğimiz insanlar her geçen gün daha da artıyorlar ve dilleri güzelim Türkçe'nin yerini daha fazla alıyor. Hele de yan sokaklarda. Arapça baskın dil, Arapça tabelalar neredeyse Türkçe tabelalardan fazla.

Bir semt ölüyor. Hatıralarımızla birlikte hem de. Binalar yerinde, beton bütün haşmetiyle karşımızda ama eski dostlar artık birer bire kayboluyor o kalabalıkta. İşyerlerini taşıyanların yanında, takıldığı mekanları değiştirenler de bir hayli fazla. Ağlamam taşa toprağa değil, arkadaşa, dosta; yola değil yoldaşa, onların kaybına. Birincilere katlanmak kolay ama ikincisine gönül nasıl razı olur, nasıl yanmaz, nasıl kavrulmaz?

Hüznümü sizlere taşıdığım için beni bağışlayın desem mi demesem mi, bilemiyorum. Demeyeceğim galiba, eminim ki sizler de benim kadar üzgünsünüz gençliğimizin o güzel caddesinin artık bambaşka bir cadde olmasından ya da ağır ağır ölmesinden.