Bugünün hayhuyundan sıyrılıp geçmişe, 1924 Samsun'da bir yaz gününe gitmeye ne dersiniz? Nereden ve niye geldiyse Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 1924 yılında Samsun'a yaptığı gezi ve o geziden çok önceleri okuduğum muhteşem bir olay geldi aklıma. İzin verirseniz onu Hasan Rıza Soyak'ın anılarından özetleyerek paylaşacağım sizlerle.

Gazi Paşa eşi Latife Hanımla birlikte Samsun'dadır. Öğretmenler Birliği tarafından onurlarına verilen bir çay ziyafetine katılırlar. Burada Hamdi Bey adında bir ilköğretim müfettişi söz alır ve Paşa'yı 'Beş yıl önceydi' diye başlayıp 'ufuklar parçalanmış, güneş kararmış, yıldızların nuru sönmüştü veya biz göz nurundan mahrum kalmıştık. Her taraf cehennemi bir sükût içindeydi. Bülbüller susmuş, baykuşların netameli sesi kulaklarımızda uğulduyordu, kartalların leş didikleyen gagaları beynimizde, gözlerimizde dolaşıyordu. Artık her şey bitmişti; esen rüzgar, sahile çarpan dalgalar, bu milletin matemini hıçkırıyor, haykırıyordu. İşte o anda, o elemli kara günlerde siz Ulu Gazi, siz ey zafer nuru, siz ey Türk diyarının kıymetli ve unutulmaz kurtarıcısı, siz yetiştiniz' diye devam eden uzun bir nutukla çok aşırı bir şekilde över.

Dinlerken canının sıkıntısı her halinden belli olan Gazi Paşa nutuk bitince yerinden kalkar ve yavaş yavaş konuşmaya başlar. Uzun bir konuşmadır. Ben bunu da kısaltarak ama özüne asla halel getirmeden vereceğim sizlere:

'Sizden olan bir kişiye, sizden fazla önem vermek, her şeyi bir millet ferdinin benliğinde toplamak, yüksek bir topluluğun geçmişe, hale, geleceğe ait bütün meselelerini açıklamayı, o topluluğun bir tek şahsiyetinden beklemek elbette layık değildir, elbette lazım değildir.'

'Vatandaşlar; vatanınızda herhangi bir kimseyi, istediğinizi sevebilirsiniz, kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi sevebilirsiniz, fakat bu sevgi; sizi ulusal varlığınızı herhangi bir kimseye, herhangi bir sevdiğinize vermek yoluna götürmemelidir. Aksine hareket kadar büyük hata olmaz.

Arkadaşlar; ben ve benim gibi birçok vatandaşlar, kardeşler; bundan beş buçuk yıl önce vatan ve millet ümitsiz bir halde, felakete düştüğü zaman, görevli oldukları vatan ve namus haysiyetiyle borçlu bulundukları vazifeyi yapmak durumunda kaldılar. Bunu tabiatıyla yapacaklar, yapmak zorundaydılar, bu vicdan, insanlık ve namus icabıydı; ben bu kutsal esasların dışında hareket edebilir miydim? Edemezdim. Türk ulusunun hiçbir ferdi de bu icapların dışında hareket edemezdi.'

Toplantıda daha önce konuşanlardan birisi de 'Nereden ilham ve kuvvet aldığını' sormuştu. Ona da şu sözlerle cevap verir:

'İlham ve kuvvet kaynağı milletin kendisidir; Milletin müşterek arzusu, gerçek temayülüdür. Varlığımızı, istikbalimizi kurtaran bütün teşebbüs ve hareketler, milletin müşterek fikrinin, arzusunun, azminin tecellisinden başka bir şey değildir.'

Dalkavukluk, -hadi biraz yumuşatalım ve aşırı övgü diyelim- anlaşılan o ki her devirde varmış hem de fazlasıyla, pek bulunmayan, bulununca da unutulmayan şey galiba Gazi Paşa'nın tavrıymış. Tevazu büyütür ve insan büyüdükçe mütevazı olurmuş, en azından olmalıymış; büyükler öyle derler.