SATIŞA ÇIKARILAN DOSTLUKLAR!

Samsun Basınının genç yeteneklerinden Ayşe Kuşçu Kaya'nın sosyal medya hesabında gördüm 'çağımızın en büyük hastalıklarından birisi dostlukların çıkarlar için satılması' cümlesini. Acı ama ne yazık ki gerçek. Sadece bugünün değil dünün de gerçeği ve dünya durdukça yarınların da gerçeği olarak kalacak.

Hayatın hemen her alanında rastlanan bu acı ve aşağılık tavır özellikle de siyaset dünyasında giderek yaygınlaşıyor, teslim aldığı insan sayısı her geçen gün daha da fazlalaşıyor. Yok, hayır; olayların farklı yorumlanması ve farklı çözümlerin söz konusu olduğu 'karar ve kader anındaki' yolların ayılmasından bahsetmiyorum. Ben, yoldaki satıştan, ben yoldan sapıştan bahsediyorum. Bir de salt üç on paralık bir sandalye ya da ancak bir sandalye almaya yetecek üç on para için yolun daha doğrusu yol arkadaşlarının terkedilmesinden ama aynı zamanda yolu terke zorlanmasından, yoldan atılmasından da bahsediyorum; en azından, bahsetmeye çalışıyorum.

Yolların ayrılmasını ne yadırgarım ne de ayıplarım. Nasıl yollar birleşebiliyorsa aynı şekilde ayrılabilir de. Yeter ki birleşmede de ayrılmada da çıkar hesabı olmasın ve de yol arkadaşlıkları bizim Ayşe Kuşçu Kaya'nın ifadesiyle 'çıkarlar uğruna alınıp satılmasın.' Samimiyetle alınan kararlar yanlış çıksa da ayıplamam; sadece üzülürüm, ideallerin gecikmesine ve hatta bir daha anlatılamayacak ve anlaşılamayacak kadar özünden saptırılmasına, topluma yabancılaştırılmasına hayıflanırım. Ama nesillerin istikballerini ve o nesiller içinde çok sayıda idealistin hayatını feda ettiği ideallerin birilerinin şahsi ve siyasi ikballerine giden yolların kaldırım taşı gibi algılanması yüreğimi yakar.

İtirazım, isyanım, yürek yangınım ve gözyaşım bir yönüyle bu vefasızlığa, bir diğer yönüyle de ayrılış sonrasına hakim olan, saldırgan ve hatta, üzülerek söyleyeceğim hadsiz, hukuksuz, arsız ve edepsiz diledir. Ben ne bir gün öncesine kadar hakaretin her türlüsü reva görülen siyasi ya da mesleki ve şahsi rakiple hemen ertesinde sarmaş dolaş olmayı ne de aynı inanç ve ideal yolunda yıllarca yan yana yürüyen insanların, yol arkadaşlarının ilk yol ayrımında birbirleri hakkında kullandıkları o hakaretamiz dili anlayabiliyorum. Anlayamamaktan da hiç mi hiç pişman değilim. Üzüntüm, bu insanların bizim insanlarımız oluşu ve hemen hepsinin de bizim değerlerimiz ve hatta kutsallarımız adına konuştuklarını iddia etmeleri. Toplum için en büyük tehlike kutsal değerlerin -onları samimiyetle içselleştirmemiş- bu tür kimseler tarafından sunulması ve onlar tarafından temsil edilmeye kalkışılmasıdır.

Safların inanmışlıklar ve adanmışlıklar çerçevesinde sıklaştırılması ne kadar doğru ve güzelse karşıtlıklar ve hatta nefretle beslenen düşmanlıklar çerçevesinde tahkim edilmesi de o kadar yanlış ve tehlikelidir. Birincisi fikri ve ahlaki zenginliği getirirken ikincisi tüm erdemleri cehaletin ve çıkarın ayakları altına atar, ezer, ufalar, yok eder.

Lafım hem hiç kimseye hem de kendim dahil herkese. Eğer gerçekten, hemen her siyasetçinin sık sık dile getirdiği ve her davranışını meşrulaştırdığını sandığı gibi bir 'beka sorunu' varsa ve eğer yine çoğu siyasetçinin vurguladığı gibi 'birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyacımız varsa' önce siyasilerimizin kendi söylemlerine dikkat etmeleri sonra da herkesten aynı hassasiyeti istemeleri ve beklemeleri ön şarttır.

Bu arada giderek artan bir şekilde bazı mensupları başkalarına ve hele de güçsüzlere vurmakta hiçbir hassasiyet göstermeyen bizim camiaya da çuvaldızdan vazgeçtim ama hiç olmazsa bir iğne batırmamız gerekmez mi? Elbet gerekir ve galiba bu konuda biz basın mensupları da en az siyasetçiler kadar vebal altındayız. Bu vebal ağırdır, taşıması zor kurtulması kolaydır. Bakalım başarabilecek miyiz?