OMÜ öğretim üyelerinden Prof. Dr. Dursun Ali Akbulut Hoca ile sohbet ederken laf döndü dolaştı Prof. Kaya Bilgegil Hoca'ya geldi. Ben 'Mehmet Kaya beyefendi amca' diye bahsederken Dursun Ali Akbulut Hoca 'Son Osmanlı' olarak bahsetti. Nedim 'haddeden geçmiş nezaket yal ü bal olmuş sana' derken sevgilisinin endamındaki zarafeti anlatır. Zarafet Mehmet Kaya Bilgegil beyefendi amcada boy pos olmamıştı ama huy olmuştu, edep ve adap ve de görgü olmuştu.

Merhum Prof. Dr. Mehmet Kaya Bilgegil Gürünlüdür. Adını aldığım amcamın sınıf arkadaşıymış, babamdan da bir sınıf öndeymiş. Ben tanıdığımda her ikisi de ellili yaşlarındaydı ve babam onun elini öperdi, o da babamı alnından. Ben de tanıdığım günden merhumu kaybettiğimiz güne kadar hep 'beyefendi amca' diye hitap ettim, kaybettiğimiz günden bugüne her bahsi geçtiğinde hep 'beyefendi amca' derim.

Dursun Ali Akbulut Hoca anlattı: Erzurum'da Mehmet Kaya Bilgegil beyefendi amca sabahleyin lojmandan fakülteye giderken yolda oynayan ilkokul çocuklarına şapkasını çıkartarak selam verir ve 'sabah şerifler hayırlı olsun' dermiş. Çocuklar anlamıyor, evde yarım yamalak anlatmaya çalışıyor, sonunda mesele anlaşılıyor. Bir profesör ilkokul ya da ortaokul çocuklarını 'sabah şerifler hayırlı olsun diyerek selamlıyor. Çocuklar mutlu, çocuklar akşamı bekliyorlar, yol kenarında tek sıralar, Mehmet Kaya Bilgegil Hoca'yı görür görmez teker teker başlarını hafifçe öne eğerek 'akşam şerifleriniz hayırlı olsun efendim' diyorlar. Ve o selamlaşma kültürünün zenginliği ve güzelliği tüm lojmanları kapsıyor.

Doksanlı yıllarda bir sabah Ankara'da Sıhhiye civarında karşılaştık. Ben elini öptüm, o alnımdan öptü. İkimiz de berber arıyormuşuz, sonunda bulduk. Kapıyı açtım, kenara çekildim 'Mehmet beyefendi amca buyurunuz' dedim. Baktı, 'Osman beyefendi evladım siz buyurunuz' dedi. Üçüncü tekrarımda 'Osman beyefendi evladım, çok rica ediyorum, buyurunuz' dedi. O zarif rica aslında kırılması, karşı gelinmesi imkansız bir emirdi; öylesine kibar, öylesine zarif bir emre hayatımda bir daha muhatap olmadım.

Nereden mi girdim bu konuya; söyleyeyim hemen: Giderek kabalaşmamız hatta nobranlaşmamızın ruhumda yarattığı isyanın dışa vuruşudur bu yazının ana sebebi. Özür dilemeyi unuttuk, bırakın özür dilemeyi biz teşekkürü bile esirger olduk eşimizden, dostumuzdan ve hele de gençlerden. Şiddet ve hatta nefret bakışlarımıza, dilimize, yüreğimize el koydu sanki. Eskiden kadına ve büyüğe kenara çekilip yol veren toplum artık birbirinin üstüne üstüne geliyor çarpıyor, omuz atıyor ve çekip gidiyor.

Toplu taşıma araçlarında görüyorum hala büyüklerine ve hanımlara yer veren gençler var aramızda hem de azımsanmayacak kadar çoklar. Seviniyorum onları gördükçe ama yer verdikleri büyüklerin büyük çoğunluğu onlardan bir teşekkürü esirgiyor. Marifet iltifata tabi demiş ya atalarımız, ne olur gencin o zarafetini bir kuru teşekkürler ödüllendirilse? Kim ne kaybeder.

Çok uzun zamandır yerli dizi izlemiyorum. Biri birinin kopyası o dizilerden bazı sahneler istemeden de olsa gözüme çarptığı zaman dehşete düşüyorum. O nefret dili, o kan ve kin, o dehşet, o yalan, o riya ve ihanet sahneleri korkunç! Toplumsal şiddetimizin ve giderek artan karşılıklı nefret duygumuzun beslendiği ana damarların en büyüklerinden birisi bu diziler olsa gerek.

Tabi, siyaset dilini de unutmamak gerekir. O dil de çok sorunlu bir dil. Herkes herkese alabildiğine sert ifadelerle yükleniyor. Yukarıdaki üslup ister istemez aşağıya doğru daha da sertleşerek yayılıyor. Bunun kimseye yararı olmaz. Kim kazanırsa kazansın toplum ve sonuçta kazanan da kaybeder. Herkesin farklı düşünmek en doğal hakkıdır ama farklı düşünenlere saygı duymak da en önemli görevidir.

Osmanlı olmak! Nezaket ne zaman haddeden geçer tüm bireylere boy pos, adap ve edep olur, işte ancak o zaman mümkündür ve işte o Osmanlılık makbuldür.