Okuyucularımın büyük bölümü bilir, her ne kadar yazar çizerliğim varsa da benim asıl mesleğim ulaşım ve trafik mühendisliğidir. Meslek hayatım boyunca yaptığım işler içinde en gururlandığım ise Samsun raylı sistem projesine emek verdiğim yıllar olmuştur.

Müsaade buyurursanız, "pazar yazısı" formatına uygun düşecek şekilde, bu haftaki köşemde tramvayla ilgili eğlenceli anılarımdan bahsedeceğim...

"PABUCUMUN MÜDÜRÜ"

Galiba 2001 yılıydı. Samsun Büyükşehir Belediyesi bünyesinde raylı sistem şube müdürlüğü kuruldu, beni de bu şubenin ilk müdürü olarak görevlendirdiler. O yıllarda Samsun'da raylı sistem kurmak tam bir hayal... Türkiye'de sadece metropol şehirlerde raylı sistemler var. Ülkenin ekonomisi de bir krizden çıkıp ötekisine giriyor. Öyle milyonlarca euro tutacak bir raylı sistem projesinin Samsun gibi mütevazı bir Anadolu kentinde hayata geçirileceğine inanan pek kimseyi bulamıyorsunuz.

"Raylı sistem müdürlüğü kuruldu, ben de oraya atandım." deyince hiç unutmam, rahmetli babam, gözlüklerinin arkasından beni süzerek dudak bükmüştü: "Pabucumun müdürü! Seni kandırmışlar, olmayan raylı sisteme müdür yapmışlar! "

Allah nur içinde yatırsın, babacığımı çok erken kaybettim ve ona Samsun'da tramvaya binmek nasip olmadı.

"ASLI, ŞİRİN, TRAMVAY"

Raylı sistem inşaatından önceki hazırlık dönemindeyiz... Uluslararası kredi bulmak için hazine müsteşarlığı bizi Lüksemburg merkezli bir bankaya yönlendirmişti. Projemizin kredi alabilmesi için fizibilite çalışmamızın uluslararası normlara uygun olması gerekiyor. Bunu denetlemek için Paul isminde çatık kaşlı bir uzman Samsun'a geldi, biz de onu ikna edebilmek için uğraşıyoruz.

Paul'un en çok takıldığı konu, bizim tramvayların ömrü... Biz 30 sene kullanıldıktan sonra yenileneceğini var sayılarak fizibilite yapmışız. Oysa batıda 20 senede bir tramvayların eskidiği kabul ediliyor. Onun dediği gibi hesap yapsak fizibilitemiz sıkıntıya giriyor. "Biz Türkiye'de iyi bakım yaparız, araçlarımızı 30 sene çalıştırırız" desek de Paul pek oralı değil.

O zamanlar öyle her dakika uçak yok. Toplantımız da Paul'un uçak biletlerinin rezerve edildiği vakitten bir gün önce sona erdi. Biz de kendisine Samsun'da bir turistik gezi teklif ettik. Ama o, her nasılsa eline geçirdiği bir broşürü göstererek Amasya'yı görmek istediğini söyledi. Hemen Amasya'daki tanıdıkları devreye soktuk, oradan bize bir rehber ayarladılar. Başladık gezmeye...

Rehberimiz bize tarihi bir köprü gösterdi. "Milattan önce bilmem kaçta Romalılar döneminde yapıldı. Daha sonra Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde kullanıldı. İki bin beş yüz senelik köprü, hala bilfiil kullanılıyor."

Söylenenleri tercüme ettikten sonra Paul'e döndüm, "Bak gördün mü, sen 20 senede tramvaylar eskir diyorsun ama bizim buralarda ulaştırma yatırımlarının ömrü ne kadar uzun!" dedim. Hep beraber gülüştük.

Sonra rehberimiz bizi Ferhat ile Şirin hikayesinin geçtiği söylenen su kanalı kalıntılarına götürdü. Kısaca Ferhat'ın, Şirin'e kavuşmak için dağları taşları nasıl kendi başına yarıp kente su getirdiğini anlattık. Paul, sadece dudak bükmekle yetindi, hiç yorum yapmadı.

Biraz ötede bir taş ocağı vardı. İş makineleri harıl harıl çalışıp malzeme çıkartıyorlardı. Lüksemburglu misafirimiz bana doğru göz kırptı: "Görünüşe bakılırsa Ferhat'ın şirketi hala faal!" dedi.

Bir kez daha gülüştük. Paul'ü ertesi gün havalimanından ülkesine uğurladık. Banka, birkaç gün sonra onun hazırladığı olumlu rapora göre tramvay projemiz için kredi onay yazısını gönderdi.

"DÜNYA'NIN EN PAHALI SALATALIĞI"

Tramvay inşaatı başladı, ben de şantiyede günlük işleri takip ediyorum. Derken yaşlıca bir amca geldi, benimle görüşmek istedi. Buyur ettim, çay kahve söyledim. Adamcağızı dinlemeye koyuldum.

Meğer tramvay hattının üniversite tarafındaki bölümünde atadan babadan kalma geniş bir arazisi varmış. İmar çalışması sırasında arazi iki büyük parsele bölünmüş, ortasından da bizim tramvay hattı geçiyor. Yaşlı amca, tramvay hattının altyapı betonlarının arasından bir boru geçirmek istiyor. Anlattığına bakılırsa güneyde kalan tarlasına su temin etmiş. Bu suyu, tramvay hattının altından boruya hortum salarak kuzeydeki tarlasına geçirmek istiyor.

"Burada ne ekip biçiyorsun amca?" diye sordum. "Salatalık, domates, biber filan..." cevabını verdi. Her biri bilmem kaç kata imarlı, tramvay geçince değeri beşe ona katlanmış milyonluk iki arazisi var ve burada uzun yıllar tarla taban işleri yapmaya niyetli! Gülümsedim ve dedim ki: "Amca, sen dünyanın en pahalı domatesini, salatalığını yetiştirdiğinin farkında mısın?"

Bugün o tarlaların yanından tramvayla geçiyorum. İki yanda koskoca bloklar görüyorum. Amcamız eğer yaşıyorsa Allah daha uzun ömürler nasip etsin, muhtemelen o bloklardan kat karşılığı aldığı dairelerin birinde oturuyordur ve ihtimal ki domates, salatalığı manavdan satın alıyordur...

"AKARYAKIT HIRSIZI"

Samulaş kuruldu, tramvaylar işliyor, beni de genel müdürlüğe layık buldular. Bir gün güvenlik amirimiz yanıma geldi ve son duraktaki akaryakıt tankının olduğu bölgedeki gece bekçisinin bidonla her gece benzin çaldığını söyledi. Elinde kamera da kayıtları var. Görüntülere bakılırsa bekçi, her akşam bir bidonla tanka doğru yaklaşıyor. Karanlıkta ne yaptığı pek seçilemese de bir müddet oyalanıyor. Sonra da aynı bidonla oradan uzaklaşıyor.

Bizim güvenlik amirine bakılırsa tanktan her akşam bir bidon yakıt çalıyor, kendi özel aracına taşıyor. Tonlarca yakıtın içinden öyle bir bidonun eksildiğini kimsenin anlaması da mümkün değil. O akşam baskın yapıp bekçiyi hırsızlık yaparken suçüstü yakalamak için izin istiyor.

"Tamam" dedim. Lakin merakımı yenemeyince güvenlik amiri ayrıldıktan beş on dakika sonra arabama atlayıp yakıt tankının olduğu yere gittim. Etrafı kolaçan ederken fark ettim ki tankın arka tarafındaki beton blokların arasında dört beş tane minik kedi yavrusu geziniyor. O zaman durumu anladım.

Gece yapılan baskında bekçi arkadaş bir bidon süt ile yakalandı. Ben de hayvan sever bekçimizi ayın elemanı olarak ödüllendirdim.