Dünkü yazımda, işgalin kanlı ve karanlık yıllarında yapılan Sultanahmet mitingindeki bir kadın hatibin konuşmasından bir bölüm aktarmıştım 'gururumuz ve umudumuz kadınlarımız' diyerek. Ve 'O, tek bir kadın değil, başkaları da var; o inecek kürsüden bir başkası çıkacak' diye de eklemiştim.

O, 23 Mayıs 1919'de inmişti kürsüden öbürü 13 Ocak 1920'de çıktı kürsüye. Ülke hala işgal altında, düşmanın kanlı ve kirli ayakları mukaddes vatanın temiz topraklarını hala çiğnemekte. İstanbul ayakta, İstanbul yine Sultanahmet Meydanına akmakta ve kürsüden bir Türk kadını haykırmakta:

'Vatandaşlar, dindaşlar, bugün sizinle hasbihale geldim. Kadın aleminin kararlarını size bildiriyorum. Bugün bizim en sarih haklarımızın alınabileceği zannediliyor. Fakat Türkler hakka tecavüz etmez, hakkına da tecavüz ettirmez … İstanbul bizimdir. Biz onu vermeyeceğiz. Kadın alemi vatana, İstanbul'a olan sevgisini Çanakkale'de evlatlarının sinesinden siperler teşkil ederek ispat etti.'

Miting alanını dolduran on binler, yüz binler, özellikle de son cümleyle coşmuştur, çılgınca alkışlamaktadırlar. Hatip de coşmuştur, şimdi doğrudan erkeklere seslenmektedir:

'Efendiler, içinizde Fatih'in, Yavuz'un türbelerini bırakıp, çıkıp gidecek bir erkek var mıdır? Biz de, biz kadınlar da daima sizlerle beraberiz. Yanınızdan, önünüzden ayrılmayacağız. Biz de sizinle beraber olacağız. Kadınların İstanbul için canını feda edeceğinden hiç şüpheniz olmasın… Ben buraya kadın aleminin sözünü, yeminini tekrar etmeye geldim. Kadınlar İstanbul ve İzmir için ölmeye hazırdırlar.

Önümüzde iki yol görünüyor, biri şanlı hayatımızda devam emek, diğeri, hanımlar, efendiler, tarihimizi gözlerimizle beraber kapayıp birlikte ebediyete götürmektir. Bir üçüncü yol yok.'

Üçüncü yol hiçbir zaman yoktu ama ikincisi de söz konusu değildi. Tek yol vardı o da birinci yoldu, şanlı hayata devam etmek. Öyle de oldu; tarihin bu en kadim ve en şanlı milleti bir kere daha ayağa kalktı ve yeni bir destan daha yazarak ezelden ebede giden yürüyüşüne kaldığı yerden devam etti.

Bunlar bizim kadınlarımız, analarımız, ninelerimiz, bacılarımız, yavuklularımız, bunlar bizim yüz aklarımız. Bunlar bu toprağın anası, bunlar bu toprağın bereketi, bunlar bu toprağın silinmez mührü. Haksız mıymışım 'umudumuz ve gururumuz kadınlarımız' derken ya da 'ayakları öpülesi kadınlarımız' diye yazarken?

Kim mi bunlar? Söyleyeceğim, ama isimler çok da önemli değil. Ben birisine Halide Edip diyeceğim ikincisine de Nakiye Hanım. Ama siz sayın ki onlar Ayşe, Fatma, Elif, Gökçen, Zehra, Türkan ve daha yüzlerce, binlerce, milyonlarca Türk kadını, şairin dediği gibi onlar bizim kadınlarımız. Kadınlarımız var olduğu sürece nasıl olur da ben, geçmişimizle gurur duymam ve nasıl olur da geleceğimize umutla bakmam? Cümlesi nurlar içinde yatsın.

DÜZELTME VE ÖZÜR: Dünkü yazımda anlattığım Sultanahmet mitinginin tarihi 20 Mayıs değil 23 Mayıs olacaktır. Düzeltir özür dilerim.