Tartışmalar gündeme düşünce 18.yüzyıla döndük demekten kendimi alamadım doğrusu. Bu yüzyılın düşünürlerinin etkisiyle gerçekleşmemiş miydi Fransız Devrimi? Kilise baskısı müsamahaya (hoşgörü) dönüşmemiş miydi? Fransız devrimiyle dünyayı saran fikirler getirmedi mi bizi bugünkü demokrasiye? Sanırım bu tartışmaların gereksizliği adına tarihten hatırlamalar gerek.

Yazdığı kitapları yakılmış Fransız düşünür Jean Jacques Rousseau,Medenî Din kavramı ve statükoya aykırı özellikle şu fikirleri nedeniyle oradan oraya sığınma durumuna düşmüştü:

Medenî Din, hükümleri yaşama gücünden doğandır. Topluma bağlılığı sağlayan duyguları geliştirir. Tereddüde meydan vermeyecek açık, kısa, özlü olmalıdır. Rızkı veren ve her şeyi bilen bir Kadir-i Mutlak var. Ahret var; adil olana mükafat var ve kötülere azap var. Yasalarla toplumsal antlaşma kutsal. Müsamahasızlık olmayacak. Bir millette yalnız bir din yoktur. Her dine hoşgörüyle bakılmalı. Yeter ki yurttaşlık ödevlerine aykırı olmasın. Kilise dışında selamet yoktur diyen devlette olmamalı.

Ateizmi, Tanrı tanımamazlık diye tanımlayan TDK sözlüğünde deizm, Tanrı'yı yalnızca ilk sebep olarak kabul eden, Tanrı için başka herhangi bir güç ve nitelik tanımayan, vahyi reddeden görüş, neden tanrıcılık. Aralarında çok önemli bir fark var yani. Medenî dinle ilgili açıklamaya dikkat edildiğinde toplumsal uzlaşma getirecek bir inanma özgürlüğü söz konusu. Ancak Deizm, Allah'a yaratılış nedeni olma dışında bir fonksiyon vermiyor. Vahyi kabul etmiyor, tebliğ edeni (peygamber) kabul etmiyor. Bu durumda Ateizm ile aynı noktaya gelmiş oluyor. Yaratıcıya doğa da desen Allah da desen aynı.

İnsanı yüceltmek adına toplumsal dayanışmayı sağlamak için hoşgörüye kapı aralayan Deizm, nasıl bu noktaya gelmiştir? Bunu insanın değişmez fıtratıyla açıklamak mümkün:

Fransız yazarı Fenelon, Fransa'nın Acıklı Durumu Üzerine Düşünceler adlı yazısında Lüks ulusu baştan çıkarır, asaleti yıkar, tüccarı zengin eder demiş. Alışverişi devlet düzenlemelidir. Ailelerin varlığı nedir bilinmeli; kim nereden bulmuş öğrenilmeli. Çünkü ne idüğü belirsizler zenginleşip asillerin toprak ve adlarını alıyorlar. Bundan sonra asaletin defteri tutulmalı, daşarıdan kimse aralarına karışamamalı; faiz kaldırılmalı, para ticareti önlenmeli; kral yalnız topraklarının geliriyle geçinerek başkalarına sadelik örneği olmalı da demiş aynı yazısında.

Rousseau çağındaki ileri sürülen bu düşüncelere şunları da eklemiş: Seçkinler kamu yararına çalışan erdemlilerdir; gerekirse kamu için, toplum için canlarını verirler; bu erdemliler nereden gelecek? Onları medenî bir din yetiştirecektir. EMİLE eseri çocuğu nasıl bir eğitimden geçirmeli ki o, doğada lekesiz yaşayan bağımsız kişi gibi tertemiz kalsın, tertemiz yetişsin konusunu işlemiştir. Ruhun derinliğinde bir adalet ve erdemlilik duygusu vardır ve bu, ruhla birlikte doğmuştur. Ne dersek diyelim, yaptığımız işin iyi ya da kötü olduğunu biz onunla ölçeriz, başkalarının işlerini de. İşte bu vicdandır der. Bu bakışla verdiği eserleri yüzünden hristiyanların zalim merhametinden kurtulmak için Türk Padişahına sığınacağını da söylemiştir. Düşündürücü olan bu.

Bakara süresi 255. Ayette Allah'tan başka ilah yok; 165. Ayette Allah'a tapar gibi kimseyi sevmek yok yazılı. Yani İslam yaratıcıyla kullar arasına kimseyi sokmaz. Yazık ki Ortadoğu bunun gereğini yapamadığı için düşmanları eliyle bataklık edildi. Bizde de aracılığa soyunan sözde tarikatlar olduğu için Atatürk laiklik ilkesini getirdi. İnanca özgürce, uygarca ve saygıyla bakmak yani. Adı olmasa bile uygulaması, Müslüman Osmanlı yönetiminde de vardı. Sonradan görülen orta doğu benzeri yozlaşmadan korunmak için milletimiz müslümandır, deisttir, ateistir… vb. gibi tartışmaların olmaması için koyuldu anayasa laiklik. Sayın Devlet Bahçeli, dünya klasiklerinden Jean Jacques Rousseau (Varlık -1962) kitabını okursa bu çağda ne kadar gereksiz bir gündem yarattığını fark edecektir.

Sayın Cumhurbaşkanımızı da kutluyorum. Niye? Millet görsün diye Sayın Bakanını kürsüye davet edip bu konulara girmeyelim dedi, şeriat geliyor propagandası yapanlara inat!