Ordu'da düzenlenen "Uluslararası Satranç Turnuvası" nedeniyle 4 gün sizlerden uzak kaldım...

Elbette, turnuvaya katılan ben değil, oğlumdu. İlk kez uluslararası bir etkinliğe katılacaktı. Ülkenin dört bir yanından pırıl pırıl gençler, velileri ya da öğretmenleriyle gelmişti...

Ağır bir gribal rahatsızlık geçirmeme rağmen çoğu turu izledim...

7-8 yaşlarındaki zeki çocukların kendi aralarındaki konuşmalarına tanık olduğumda, beton zeminlere kiremitle çizdiğimiz şablonla "dama" oynadığımız yılları hatırladım...

Satrançta, her biri farklı yeteneklere sahip, şah, vezir, fil, kale ve at vardır. Damada ise taşların hepsi birbirinin aynıdır...

Satrançta, özel yetenekli taşların bir diziliş düzeni vardır. Yani atın yerin şahı, şahın yerine kaleyi koyamazsın. Damada ise taşlar, tek tip elbise giymiş 'yoksul işçiler' gibidir...

Her ikisi de zeka gerektirir elbette ama 'satranç kültürü' farklıdır…

Satrançta savunma ve stratejiler, sıradan taşlarla yani piyonlarla değil, şah, vezir, kale, fil ve at üzerinden kurgulanır...

Uzatmayalım...

Biz "dama külltürü" ile yani avamdan yetiştik...

Babamız, amcamız, ağabeyimiz ve dayımız vardı ama şahımız, vezirimiz, atımız, kalemiz ve filimiz hiç olmadı. Bizler, kendi imkan ve çabalarımızla hayatın içine girdik…

Hesap-kitap yapmadan kaderin götürdüğü yere gittik!..

"Stratejik hamle" ya da "savunmalar"ı bilsek bile yapmadık!..

Çünkü, bu terimlerin "Delikanlılık raconu"nda karşılığını 'Hesapçılık' gibi algıladık. Biz mi yanlış anlamıştık, yoksa o zamanda gerçek mi böyleydi?...

Her oyunun bir kuralı vardı. O yüzden gözlemci olmadan da dama oynar, futbol maçı yapardık!..

Nasıl olacak şimdi?..

Düne mi bugüne mi bakalım?..

Satranç oynamayı seven nesil, düne değil yarına bakıyor ve yanlışlarından ders çıkarıyor…

Düşünüyor, taşınıyor ve kurguyu yaptıktan sonra stratejisini uyguluyor... Ve her oyuncu, "piyonlar" ile değil, farklı yeteneğe sahip taşlarla kurgulanan oyunu "kurallar" içinde gerçekleştirebilirse kazanacağını biliyor…

Yani, "kuralsız" olmuyor!..