Memlekette kifayetsiz muhterislerin başvurduğu yöntem; bilgiyi ve birikimi yok ederek, kendi sığlıklarında bir düzen yaratmaktır...
Bunun için yalakalık başta olmak üzere her türlü yalanı, iftirayı ve kumpası kurmak, onlar için mübahtır...
Ama bilmezler ki, gerçek gün ışığı gibi en karanlık dehlizlerin içinden sızarak kendini gösterir...
Böylesi insanların bugününe değil yarınına bakmak gerekir.
Çünkü sonları hüsrandır...
Neyse, lafı fazla uzatmadan sizleri "İyiler daima kazanır" başlıklı öykümle baş başa bırakıyorum...
* * *
Türkiye'nin en saygın kuruluşlarından birine, bir yakınının tavassutu ile giren genç, saygılı davranışıyla kısa sürede müdürü Sadık Beyin gözüne girdi. Firmanın satın alma bölümünde sıradan bir işçi olan Fahri, kısa sürede Sadık Beyin sağ kolu haline geldi. Sadık Bey ona çok güveniyordu. Fahri,
3-4 yıl içinde müthiş bir zenginliğe kavuştu. Kim bu servetin kaynağını sorsa, "Kayınvalidem" diyordu. Fahri, bir zaman sonra şefliğe terfi etti. Ancak gözü
Sadık Beyin makamındaydı. Bilgi ve deneyimden yoksun olmasına rağmen önünde engel gördüğü Sadık Beyi harcayacaktı. Sinsi biriydi. Arkadaşları ona
"Kırkayak Fahri" diye lakap takmıştı.
Sadık Bey ise 30 yılı aşkın süredir çalıştığı şirkette adeta bir güven abidesiydi. Patron Mehmet Bey, Sadık Beyin taleplerini sorgulama gereği bile duymadan yerine getirirdi.
Fahri, bu güven ilişkisini işe ilk girdiği gün fark etti ve yalan yanlış bilgilerle Sadık Beyi yönlendirerek, büyük vurgunlar yaptı...
Fahri, tek başına değildi. Kendisinin üçkağıtçılığını hissedenleri bir bahane bulup işten çıkarıyordu. Suçu da Sadık Beyin üzerine atıyordu. "O kovdu" diye... Ekibini kurmuştu. Kendisi 5 çalıyorsa, ekibine de 1 pay dağıtıyordu.

Bir sabah, patron Mehmet Bey, Sadık Beyi odasına çağırdı. Ona alımlarda anormallikler gözlediğini belirterek, "Bir daha incele, gözden kaçan bir şey vardır" dedi.
30 yıldır ilk kez, böyle bir durumla karşı karşıya kalan Sadık Bey, odasına giderek, evrakları incelemeye başladı.
Bu arada, Kırkayak Fahri, "Saygılar müdürüm" diyerek virgül vaziyetinde odadan içeri girdi. Sadık Beyin, dosyaları incelediğini gördü. Panikledi ama belli etmedi. Sadık Bey, alımlarda bir anormallik olabileceğini söyleyince; Kırkayak Fahri, "Olması mümkün değil efendim" demekle yetindi ve odadan çıktı. Kıpkırmızı olmuştu.
Ekibindeki sağ kolu Şakir'i çağırdı. "İş patlayacak galiba" dedi. Kırkayak Fahri, akşam buluşmaları gerektiğini söyledi.
Sadık Bey ise o gece geç saatlere kadar faturaları inceledi ama sözleşmelere bakamadı. Sözleşmeler, Kırkayak Fahri'nin odasındaydı.
Sadık Bey, bir sonuç alamadı ve söylene söylene evinin yolunu tuttu.

Bu arada, şehrin arka sokaklarında bir kafede buluşan Kırkayak Fahri ve ekibi, Sadık Beyin üzerine kumpas senaryosu hazırladı. Onu bertaraf ederlerse
daha da rahatlayacaklardı.

Sadık Bey, şirkete yakın olan evine yürüyerek gitti. Şirketin arabasına binmedi. Bu evi 20 yıl önce banka kredisiyle almıştı. Küçük bahçeli müstakil evinde
mutluydu. 27 yıllık evliydi. Hiç çocukları olmamıştı. Karısı Fikriye Hanım, kapıyı açtığında, onu ilk kez bu kadar moralsiz gördü.
Fikriye Hanım, "Hayırdır"diyerek, Sadık Beye bir şeyler hazırlamak istedi. "Ne oldu canım?" dedi. Sadık Bey olanları kısa sürede özetledi. "O Fahri denen çocuğu, hiç gözüm tutmamıştı. Komşusu Saffet Hanım, onun kısa sürede zengin oluşunu bana anlatmıştı bir kere. Ben de senin gibi kayınvalidesi zengin demiştim" deyince; Sadık Bey, "Doğru yapmışsın günahını almamak lazım" cevabını verdi. Ama aklı da takılmıştı.
Ertesi sabah Kırkayak Fahri ve ekibi, sabah da büyük bir neşeyle işe gelmişti.

Büroda, Kırkayak Fahri ve ekibinin Sadık Bey dışında hazmedemediği biri daha vardı. "Pala Dayı" lakaplı Remzi idi bu. Mahkum kadrosundan işe girmişti. Kızına tacizde bulunan bir genci, sokak ortasında öldürmüştü. 6 yıl hapis yatıp çıktı. Yol yordam bilen orta yaşlarda biriydi.
Remzi, hiçbir şeye karışmazdı ama iyi bir gözlemciydi. Hisleri kuvvetliydi. Kaç kez olup biteni Sadık Beye anlatmayı denedi. Ne var ki, hiç ulaşamadı. Kırkayak Fahri ve ekibinin şirketi büyük zararlara uğrattıklarını biliyordu. Fahri'nin zenginliğinin nedeni, kayınvalidesi değildi. Ama Sadık Bey, ona inanmıştı ve laf söyletmiyordu.

O gün Sadık Beye sabah kahvesini, Remzi getirdi. Diğer personel henüz gelmemişti. "Efendim" dedi. "Efendim bir şey arz edecektim" dediğinde, Sadık Bey fırsat vermedi ve yeniden dosyalara gömüldü.
Pala Dayı da işine döndü. Ama bir yandan Kırkayak Fahri'yi diğer yandan da Sadık Beyi gözlüyordu. Bir ara Sadık Beyin ağladığını gördü. Dayanamayıp,
odaya girdi ve "İsterseniz beni kovabilirsiniz ama Fahri ve ekibi hırsız"dedi. Sadık Bey, ne olduğunu anlamadı. Pala Dayı tekrarladı. "bunlar kendine çalışıyor" dedi. Sadık Bey, o sırada Fikriye Hanımın söylediklerini hatırladı, "Otur" dedi. Pala Dayı, tanık olduğu bütün usulsüzlükleri tek tek anlatırken, bu sırada Sadık Beyin dahili telefonu çaldı. Arayan patronu Mehmet Beydi. Onu odasına çağırıyordu. Sadık Bey ile Pala Dayı birlikte çıktı. Kırkayak Fahri, huylanmıştı. Pala Dayı'ya "Genel müdür beni çok seviyor adamımdır. Seni işten attırırım, akıllı ol" diye seslendi. Yapar mı yapardı. Çünkü, daha önce birkaç kişinin işine son verilmesini sağlamıştı. Pala Dayı umursamadı. Öfkeyle zaten ufak tefek biri olan Fahri'nin üzerine atladı. Onu havaya kaldırıp, camdan atacaktı ki aklına cezaevi geldi; bıraktı. Pala Dayı, "Tezgah çökecek lan" diye bağırarak, bir alt kattaki arkadaşı Seyfi'nin yanına gitti.

O sırada, Mehmet Bey, sesini yükselterek, Sadık Beye "Nasıl olur böyle bir şey?" diye sordu. İlk kez patronu ona böyle davranmıştı. "Bu kadar yüklü para, senin hesabına niye yatırılır?" dediğinde; Sadık Bey şaşırmıştı. "Ne parası?" diye bu kez o sordu. "Tedarikçi firmanın sahibi, senin hesabına 200 bin lira yatırmış. İşte dekontu. Bu neyin karşılığıdır, Sadık Bey?" Sadık Bey. "Bu bir tezgahtır" diyerek araştırılmasını istedi. Sadık Bey yıkılmıştı, hiç konuşamadı. Bütün nezaketiyle "İzninizle" deyip odasına döndü. Eşyalarını toplamaya başladığı sırada, Pala Dayı içeri girdi. "Hayır müdürüm. Bu hırsızlara mı teslim edeceksiniz bizi?" dedi. Sadık Bey, Pala Dayı'nın mertliğini biliyordu ve olanları anlattı. Sadık Bey, "Haklısın gerçeği ortaya çıkarmadan ayrılırsam, suçu kabullenmiş olurum" dedi. Pala Dayı, bu tezgahı çözeceğini belirterek, kendisine öğleden sonra izin istedi. Pala Dayı, çok geçmeden Cüret Beyi buldu. Tedarikçi olduğu için kendisini de tanıyordu. Onu biraz konuşalım, diyerek otomobiline bindirdi. Cezaevinden arkadaşı
Racon Kemal'in köydeki evine götürdü. Cüret Beye olayı anlatmasını istedi. Cüret Bey, direnince Pala Dayı, bir iki tokatla onu konuşturdu. Parayı kendisi adına yatıranın Fahri olduğunu söyledi. Bankanın kamerasında kaydın bulunacağını ve hatta dava konusu olduğunda, tanıklık yapacağını belirtti. Fahri'nin, kendi adına Sadık Beyin hesabına yatırdığı paranın dekontunu Mehmet Beye postaladığını da itiraf etti. Pala Dayı, bütün konuşmaları kameraya aldı.

Pala Dayı, sabahı beklemeden Sadık Beyin evine gitti. Fahri'nin kumpasını anlattı. Fikriye Hanım da konuşulanlara kulak misafiri olmuştu. Bir ara "Ah Sadık Bey ah" diye seslendi. "Demedim mi o çocuğu gözüm tutmadı" diye. Pala Dayı, kaseti verdikten sonra huzurla evine döndü.

Fahri ve adamları işe geldiğinde Sadık Beyi odada göremeyince meraklandı. Sadık Bey, patronun makamındaydı. Her şeyi anlattı. Kaseti de ona verdi. "Ben izninizle ayrılmak istiyorum" diyerek, odadan çıktı. Mehmet Beye kırgındı. Nasıl da o oyuna gelmişti.

Bir süre sonra Sadık Bey, odasındaki eşyaları yeniden toplamaya başladı. Pala Dayı, ona adeta yalvarıyordu. Patron Mehmet Bey, ikisi arasındaki konuşmaya tanık olmuştu. Ne Sadık Bey ne Pala Dayı onu fark etmişti. "Hayırdır Sadık Bey" dedi. Sadık Bey hiç cevap vermedi. Gerçekten de çok sarsılmıştı. Belki çalıştığı süre içinde pek çok hatası olmuştu ama akçeli işlerle şirketine ihanet etmeyi aklından bile geçirmemişti.

O sırada bölüme gürültülü biçimde polisler girdi. Kırkayak Fahri ve ekibini gözaltına aldı. Sadık Bey, gerçeğin ortaya çıkmasından çok mutlu olmuştu ama kalbi kırılmıştı. Mehmet Bey, "Sen gidiyorsan ben de gidiyorum" diyerek, Sadık Beyin gönlünü almaya çalıştı. İşçi-patron ilişkisinden çok, abi kardeş gibiydiler. Mehmet Bey, "Akşama baş başa parlatıyoruz" dedikten sonra Sadık Beye sarılıp, sırtını sıvazladı. Manzarayı gören, Pala Dayı ağlamamak için kendini zor tuttu.

Kırkayak Fahri ve arkadaşları, ilk duruşmada tutuklandı. Tedarikçi firmalarla sözleşmeyi başka faturayı başka ayarlamak, alınmayan mallara para ödenmesi gibi birçok üçkağıtçılığı itiraf ettiler. Kırkayak Fahri'nin, daha önce çalıştığı bir firmayı da aynı biçimde dolandırdığı anlaşıldı.

Aradan aylar geçmişti. Fikriye Hanım, kocasının dürüst adam olmasıyla gurur duyuyordu. Helal lokma, onların huzuruydu.

Sadık Bey, bir süre daha görevini sürdürdü ve koltuğunu mert adam Pala Dayı'ya devretti. Pala Dayı, artık "Remzi Bey" olmuştu. İlk işi odasına büyük bir pano yaptırmak oldu üzerine de Mevlana'nın şu sözlerini yazdırdı: "Üzülme Can! Doğruysan zarar gördüm deme. Bil ki iyiler daima kazanır"
* * *
Bugününüz dünden daha iyi olsun. Huzurlu ve sağlıklı günler dileğiyle...