24 Haziran'da sandığa gideceğiz. Bu seçim, ülkede ilklerin seçimi olacak. Bir asırlık parlamenter sistem sona ererken yerine, dünyadaki diğer başkanlık sistemlerine pek benzemeyen, nevi şahsına münhasır, kısacası bize has bir başkanlık gelecek. 24 Haziran'da birisi başkanlık diğeri de TBMM üyeleri için iki ayrı oy kullanacağız. Seçim sonuçlarının, kim kazanırsa kazandın ya da kim kaybederse kaybetsin, vatana, millete ve devlete hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Tabii, bir de, yapıcı ve diğerine saygılı bir üslupla birlik ve beraberliğe katkı vermesini.

Buhranlı anlarda adı bazı mahfillerce hemen dillendirilen ama kendisi hiçbir zaman ortaya çıkmayan 11'inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu seçimlerin ilk kaybedeni oldu. Sayın Gül sadece bir seçim kaybetmedi siyasete hazin bir şekilde veda etti. Bu sonucu hak etti mi etmedi mi tartışması ayrı bir konudur ama Sayın Gül'ün bir hafta içinde siyasete veda etmesi kendisi adına da ona umut bağlayanlar adına da hazindir.

Sayın Gül konusunu konuşurken Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'la ilgili bir haberi ıskalamak olmaz. Basına yansıyan ve CHP yetkilileri tarafından da ısrarla tekrarlanan bir habere göre Sayın Akar Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Sayın İbrahim Kalın ile birlikte Sayın Gül'ü ziyaret ederek 'adaylıktan çekilmesini' istemiş. CHP yetkilileri bunun 'yeni bir askeri vesayet' örneği olduğunu öne sürüyorlar. Onlara göre bu ziyaret '28 Şubat'tan hafif, 27 Nisan'dan yani e muhtıradan daha ağır bir durum.'

Üzerinden beş gün geçmesine rağmen halen yalanlanmayan söz konusu haber umarım ve dilerim ki doğru çıkmaz. Eğer doğru çıkarsa, bu ziyaret, sadece demokrasimiz adına değil, son zamanlardaki bütün kumpaslara ve tahribatlara rağmen hala halkın büyük kesiminin yine de en fazla güvendiği kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesi adına da şık kaçmaz. Yalanlanmasını hasretle bekleyeceğim.

Gelelim şu İbo'nun oğlu İdo'nun üşümesine! Atalarımız boşuna 'aptal dostun olacağına akıllı düşmanın olsun' dememişler. İbrahim Tatlıses, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin İzmir mitinginde Sayın Cumhurbaşkanı ile birlikte kürsüde. Mikrofon sağ elinde, sol kolu ise Sayın Erdoğan'ın elinde. İbrahim Tatlıses önce 'Ben bu insanın neyine tavım biliyor musunuz?' diye soruyor, sonra da başlıyor anlatmaya: ' İdo doğmuştu, iki aylıktı. Belediye başkanıydı İstanbul'da. Dedim ki 'Sayın başkanım, bizim evimizde, yani orada bir koca villamız var ama üşüyoruz. Doğalgaz bağlanmış ama bizde yok.' Dedim ki 'İdo iki aylık, üşüyor.' 10 dakika sonra aradı dedi ki 'Yokmuş ama ben kendi şeyimden vereceğim.' Ve iki ay sonra doğalgazımız bağlandı ve İdo üşümekten kurtuldu.'

Ertesi gün gazetelerin yazdığına göre her şey bir masal, hiçbir şeyin aslı yok. Koskoca villası var ama doğalgazı yok, kat kaloriferi yok, şöminesi yok, hatta bir sobası bile yok! İnsanın acıyası geliyor. Üstelik ertesi günü ortaya çıkıyor ki İdo doğduğunda Sayın Recep Tayyip Erdoğan belediye başkanı değil. O koltuğa oturması için daha iki yıl geçmesi gerek. Ha bir de, anlattığına göre, doğalgazın bağlanması da Haziran'a denk geliyor, yani yazın geldiği, artık İdo bebeklerin(!) üşümediği bir zamana.

Hemen herkes Tatlıses'in konuşmasındaki bu iki yıl çelişkisine dikkat kesilmiş vaziyette. Bana göre üzerinde durulması gereken asıl nokta Sayın Erdoğan'ın İdo için yaptığı torpil! İbrahim Tatlıses'in dediğine göre 'yokmuş ama Sayın Erdoğan kendi şeyinden vermiş!' İfade hiç hoş değil ama, o öyle demiş, ben de mecburen kullanıyorum. Kim bilir o tarihte evinde hem de öyle 'koskoca villa' olmayan, mütevazı hatta sıradan, hatta bir göz evinde kim bilir kaç çocuk açlıktan kıvranmakta, soğuktan tir tir titremektedir.

Ah keşke, hiç çıkartılmasaydı kürsüye ya da daha o anda yani o yalanlar sıralanmaya başlandığında Sayın Cumhurbaşkanı bıraksaydı kolunu ve 'yok böyle bir şey, Tatlıses yanlış hatırlıyor' deseydi. Bu, başkalarına da güzel bir ders olurdu.