İsteyen istediği kadar 'af yok, barış var ' dese de getirilen ekonomi paketinden çok bir 'af' paketidir. 'Kaçak yapılanmaya, kamu arazisini işgale, yurt dışında saklanan/tutulan paraya ya da öğrencilere ' af geliyorsa artık cezaevlerine sığmayan ve o darlıkta adam gibi yatma imkanı kalmayan kader kurbanlarına niye af gelmiyor? Bu soru artık seçim gününe kadar her geçen gün biraz daha fazla seslendirilecek ve siyasilerden yanıt arayacaktır.

Dr. Devlet Bahçeli, 'cumhur ittifakının' iki kurucu iradesinden birisidir ve eğer 'kader kurbanlarına af' söyleminde samimi ve kararlı ise Adalet ve Kalkınma Partisi kanadının bu talebe ilgisiz kalması düşünülemez. Eğer kamuoyu araştırmalarıyla ilgili yapılan açıklamalara itibar etmek gerekirse gözüken o ki, Adalet ve Kalkınma Partisi özellikle de seçim sonrası TBMM'nde Milliyetçi Hareket Partisi'nin desteğine bugünkünden fazla ihtiyaç duyacaktır. Dr. Bahçeli'nin bu talebi bu nedenle gerçekleşme ihtimali yüksek bir talep gibi görülüyor.

Gerçi Sayın Cumhurbaşkanı İngiltere'ye hareketinden önce 'böyle bir şeyin gündemlerinde olmadığını' söyledi ama bir gün önce Başbakan Binali Yıldırım 'teröristlere kesinlikle af yok' derken terör dışı mahkûmlara, Dr. Bahçeli'nin ifadesiyle 'kader kurbanlarına' kapıyı kapatmadı. Merhum Süleyman Demirel'in ifadesiyle siyasette 24 saat oldukça uzundur ve o uzun süreçte 'affın' gündeme girmesi hiç de zor değildir; üstelik sürpriz de olmaz. Kaldı ki Türk seçmeni sürprizlere ve aflara oldukça aşinadır.

BÖLMEK Mİ BİRLEŞTİRMEK Mİ?

Sayıya ve büyüklüğe müptela bir hale geldik ya da gelmek üzereyiz. Bilerek ya da bilmeyerek güzeli değil iriyi, uyumluya değil kocamanı tercih ediyoruz. Mimar Sinan'dan daha güzel cami yapmak gibi bir çabamız yok ama bugünün teknolojisi ve malzemesiyle ondan daha geniş kubbeli cami yapmakla teselli buluyor hatta teselliden öte gurur duyuyoruz. Balkanların ya da Orta Doğu'nun en büyük adliye sarayı övünmesinin yanına bir de en büyük cezaevi tafrasını eklersek şaşırmam.

Niteliği ezip un ufak eden nicelik tutkusu yani kaliteyi göz ardı ederek sayılarla övünmek ne kadar sağlıklı bir davranış ki? Bu yanlışlığı üniversite siyasetimizde de yaptık ne yazık ki! Kaliteli bir lise açılması bile akla aykırı yerlerde fakülteler ya da yüksekokullar açmanın o kasabadaki ev sahipleri, lokantacılar ve de kahvehane sahiplerine sağlayacağı üç beş kuruşa karşılık eğitimin kalitesini alabildiğine aşağıya çekeceğini düşünmedik mi, yoksa düşünenlere itibar mı etmedik.

Önceki gün bir gazetede oldukça dikkat çekici bir haber vardı. 'ODTÜ, YÖK ve uluslararası verilerden yola çıkarak Türkiye'deki devlet üniversitelerinin başarı düzeylerini ölçen ve ciddi bir kuruluş olan URAP'in verilerine göre ülkemizin en başarısız devlet üniversitelerinin hepsi son dönemde kurulanlar. En başarılı üniversiteler ise köklü bir tarihe ve geleneğe sahip olanlar.'

Habere göre ilk 20'de şu üniversiteler yer alıyor: ODTÜ, Hacettepe, İstanbul Teknik, İstanbul, Ankara, Gebze Teknik, Ege, Gazi, Boğaziçi, Erciyes, Atatürk, Yıldız Teknik, İzmir İleri teknoloji, Selçuk, Dokuz Eylül, Marmara, Çukurova, Karadeniz Teknik, Fırat, Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi.

Başarısız üniversite sıralaması da var haberde ama ben insanları üzmemek için o sıralamayı vermeyeceğim.

Bir zamanlar 'bir mühür, bir müdür, bir lise' politikası vardı daha sonra bu 'bir mekan bir dekan, bir fakülteye' çevrildi ve yazık oldu. Umarım, her ile bir üniversite açmak ya da üniversite sayısını artırmak için kadim üniversiteleri bölüp parçalamak tutkusundan vazgeçilir.