Dövizin seçim kararı alınmadan önce başlayan yukarı hareketini ilgi ile takip edip bu konudaki her hareketi kendimce yorumlamaya çalışıyorum. Ekonominin temeli her olguda olduğu gibi matematiğe dayanıyor ama iş siyasi bir durum alınca sistem otomatik olarak matematiğin dışına çıkıyor ve kendisini inkar ediyor.

Dövizin çıkıp inmesi bir arz talep dengesiyse ve karşılıklı etkileşim söz konusuysa döviz çıkarken bir nedeni ve sebebi olmalıdır. Aynı şekilde inerken de neden indiğinin bir sebebi olmalıdır. Özellikle geçen haftadan beri iniş çıkışlar sadece sözle, açıklamayla, tweet atmayla oluyor. Merkez bankası başkanı bir açıklama yapıyor, döviz hop aşağı iniyor, Merkez Bankası Başkanı Cumhurbaşkanı tarafından çağrılıyor, bir bakıyorsunuz sert bir düşüş gerçekleşiyor. Ekonomi bakanı bir tweet atıyor düşüş devam ediyor. Sonra bir sessizlik dönemi oluyor döviz tekrar yukarı seyrediyor.

Hani bunun matematiği? Hani bunun sebep- sonuç ilişkisi? Merkez Bankası Başkanının herhalde ekonomik ve mali bir değeri mi var diye kendi kendime komik sorular soruyorum. Ortada söz var ama sözün gereğinin yapılmadığı gerçeği de var. Bir yaptırım yok, karşı hareket yok, eylem yok ama bir tahterevalli oyunu dönüyor ortada! Siyasi bir oyun dönüyor ama siyasiler de kendilerini bu oyuna kaptırıyor. Üst akıl sistemi terk edince demek böyle oluyor. Konu ile alakalı U. Gürses köşesinde güzel bir analiz yapmış ve durumu seçim sonu ile ilgili olarak doğru saptamalarda bulunmuş:

'TL'nin sert değer kaybı zirve yaparken, 'sözlü manevralarla' zaman kazandırıcı uzatmalar yapılıyor. Merkez Bankası Başkanının her ziyaret ve toplantı trafiğinden sonuç çıkarma, umut besleme öne çıkıyor.

Merkez Bankası kurumsal olarak ise 'tweet atar gibi' şunu diyor; 'Piyasalarda gözlenen sağlıksız fiyat oluşumları yakından takip edilmektedir. Gelişmelerin enflasyon görünümü üzerindeki etkileri de dikkate alınarak gerekli adımlar atılacaktır'. 'Gelişmeler' denilen kısımda, aslında Merkez Bankası'nın geç kalışı da var. 'Adım atamadığı için ortaya çıkan gelişmelere karşı adım atacağını' söylemeye çalışıyor banka. İzleyen 24 saatte hiçbir adım gelmiyor.

'Şapkadan çıkacak tavşanların' sadece zaman kazandıran avans sağladığını herkes biliyor; Türkiye ekonomisi giderek artan bir hasarla 'Godot'yu bekliyor'.

Bundan 10 gün önceki koşullarda 250 baz puan faiz artışı ile bu girdaptan çıkabilecek olan Merkez Bankası, bugün 350 baz puanlık faiz artışıyla ancak çıkabilecek duruma geldi. Banka faizi artırmadı da iyi mi oldu? Sadece 10 günde, kur ilave olarak yaklaşık yüzde 5 daha yukarı gelirken, piyasa faizi de yıllık yüzde 17.25'i geçti.

YA ZAM YA AÇIK

Kur artışı olacak, para otoritesi adım atmayıp seyredecek; ama sonuçları olmayacak mıydı? En belirgin artış baskısı akaryakıt fiyatları kanalından geldi. Bu da 'tutuldu' otomatik fiyat ayarlaması gereğince yapılması gereken artışlar seçim kararından bu yana 'halı altına süpürüldü'. Bunun da sürdürülmesi olanaklı değildi; dün Resmi Gazete'de yayımlanan bir Bakanlar Kurulu Kararı ile bundan sonra gereken fiyat artışlarının mevcut vergiden vazgeçilerek karşılanacağı karar altına alındı. Özetle akaryakıt fiyatlarında kur ve uluslararası fiyatlardaki gelişmelere bağlı olarak artış gerektiren miktar, ÖTV miktarı azaltılarak karşılanacak.

Mayıs başında, akaryakıtta ÖTV indirimine dair çıkan haberler üzerine Maliye Bakanı Naci Ağbal, ÖTV'nin bütçe gelirlerinde önemli bir kalem olduğunu vurgulayıp 'Yaklaşık 130 milyar TL para topluyoruz, bunun yüzde 46'sı akaryakıttan geliyor. Akaryakıtta 0.50'lik bir indirim için 16 milyar TL vergiden vazgeçmemiz gerekiyor, bu da bütçeye önemli bir yük getirir' demişti.

Mayıs başında uluslararası piyasadaki Brent tipi ham petrolün bir litresinin TL karşılığı ile Ankara'daki bir litre benzin fiyatı arasında, yılbaşına göre fiyat artışına bakılarak kabaca yüzde 10'luk bir fark varken, 16 Mayıs itibariyle yüzde 27'ye gelmiş durumda. Fark giderek açılıyor. Kur ve uluslararası fiyatlardaki artış yansıtılmadı. Bunu kapamak için gereken kabaca yüzde 20'lik bir fiyat artışı (ki benzinde kabaca ilave 120 kuruş ediyor) ÖTV'den vazgeçilerek karşılanırsa bir yıllık dönemde potansiyel olarak normal zamanlarda toplanan yıllık ÖTV tahsilatının yarısından fazlasını götürür.

FATURASI ÖZELE

Bu yüzden ya seçim geçene kadar yani iki ay boyunca sürdürülüp ertesinde zam yapılacak, seçim sonrasında da ya kısmen ÖTV kaybı ve kısmen zamla devam edilecek. Tamamen ÖTV'yle karşılama tercihi sürdürülmeye devam edilirse bütçeye bu yıl öngörülen açığın yarısından fazla ilave bir açık daha eklenecek.

Şimdiye dek 'halı altında biriktirilen' bu zamlar ya da düşürülen ÖTV, önünde sonunda geri alınacak; ya seçim sonrasında kallavi bir zam olarak ya da diğer alanlardan toplanacak vergilerle. Hiç olmadı bütçe açığı verilecek; bu açık borçlanma ile kapatılacak. Faizini de tüm toplum vergileriyle ödeyecek.

Geriye dönüp bakınca; kim 'iyi ki faizleri artırmadık' diyebilecek?

Kamu kesimi kur artışından gelen maliyet artışlarını, önemli zamları bu biçimde 'topladığı vergilerden vazgeçerek' öteleyebilirken, özel sektörde sanayi ve ticaret kesimi hiç maliyeti artmamış gibi öteleyebilecek mi? 'Sermayeden yemeden' kur kanalından gelen maliyet artışları nihai ürün fiyatlarına yansıtılmadan uzun süre taşınabilecek mi? Yanıtım hayır.

Ekonomi yönetiminin kur artışına ve bunun taşıyacağı kartopu enflasyona karşı verdiği tepkinin 'fiyat kontrolü' olması düşündürücü. Bütçe açığını şimdiden, birkaç vaat ve 'ÖTV fedası' ile ikiye katlayan 'kaş yapayım derken göz çıkaran' bir görünüm dolaylı olarak bizatihi Hazine'nin borçlanma maliyetlerine risk primi olarak binecek. Ayrıca, enflasyonu ölçme zorluğunun ve belirsizliğinin de ekonomik birimlerin önünde olduğunu anımsatmak gerekiyor.'