Bir zamanlar pek modaydı otomobillerin arkasına 'babam sağ olsun' yazmak. Zengin çocuklarının samimi itirafıydı bu. Biraz da kazaya ya da trafik cezasına karşı doğru adresi göstermekti. O 'sağ olası baba' otomobili aldığı gibi acemi ya da şımarık evladının yol açtığı zararları da öderdi elbet.

1980 darbesinin Türk demokrasisine vurduğu en büyük darbelerden birisi 'belirleyici iradeyi' yerelden alıp Ankara'ya, Ankara'daki bir kişinin ya da o bir kişinin etrafındaki dar bir kadronun iki dudağı arasına teslim etmesidir. Dünün delege sisteminde yereli geçmeden merkezin iradesiyle parlamentoya gitmek ancak çok az sayıdaki çok seçkin kişiler için söz konusuydu. Adına kontenjan denilen sistem parti genel başkanına ya da genel merkezine en fazla yüzde beşlik inisiyatif kullandırır, geri kalan tüm adaylar taşranın iradesiyle belirlenirdi. Artık yerelin en ufak bir etkisi söz konusu değil, her şey yukarıda belirleniyor ve seçmene Ankara'nın belirlediği listeleri onaylamak kalıyor.

Yazıya 'ağam sağ olsun' diye başlamam işte bu sebeptendir. Ankara, bilinenler arasındaki seçimi keyfince yapabildiği gibi ahalinin hiç mi hiç tanımadığı herhangi bir aday adayını da pek ala listeye koyabiliyor. Ahalinin tanıyıp tanımamasının hatta iyi tanımamasının da herhangi bir önemi yoktur, Ankara tanıyor ya, ahali tanımasa da olur. Ahalinin ya da başka bir ifadeyle seçmenin görevi patronun belirlediği listeye meşruiyet kazandırmaktan, yani oy vermekten ibarettir. Zengin çocuğunun 'babam sağ olsun' demesiyle genel merkez adayının 'ağam sağ olsun' demesi arasında ne fark var?

Bu seçimde seçmen sanıldığı kadar çaresiz değildir. Ankara'nın belirlediği 'eş dost' listesine mecbur ve mahkûm da değildir. Cumhurbaşkanlığında oy verdiği adayın listesini beğenmeyen her seçmenin bir başka listeye oy verme imkanı vardır ve görünen o ki önemli sayıda bir seçmen kitlesi bu hakkını kullanacak ve her genel başkan da kendi seçiminin sonucuna katlanacaktır. Süleyman Demirel'in ifadesiyle 'demokrasilerde çare tükenmez' ve millet iradesi her iradenin üstündedir.

Şurası bir gerçek ki, kim kazanırsa kazansın, 25 Haziran sabahı 23 Haziran akşamından çok daha sorunlu, çok daha sıkıntılı olacaktır. Dilerim ki, bu seçimler bu zor günlerin altından kalkabilecek liyakat ve donanımda insanlardan oluşan bir parlamento oluşturur.