Erdoğan Demirören ile ABD'nin Irak'ı işgale hazırlandığı dönemde, Kurumahmutoğlu Büyük Samsun Oteli'nde sohbet etme imkanı bulmuştum...

Mustafa Kurumahmutoğlu ağabey tanıştırmıştı...

O gün, kendi sektörü de dahil olmak üzere küresel sermayenin Türkiye'deki acımasız planları ve bunun medyaya yansımasını konuşmuştuk...

Demirören, LPG sektöründe Türkiye'de herkesin bildiği asırlık milli markalara sahip bir işadamıydı...

Sektörde, Fransızların hakimiyetini ve Türk işadamlarının da nasıl direndiğini anlatmıştı...

Demirören'in "milli" hassasiyetlere sahip oluşu ve emperyalizme karşı takındığı tavır, bizi haliyle aynı saflarda buluşturmuştu...

Aradan geçen onca yıl sonra birçok büyük firma ve bankanın yabancı sermayenin eline geçtiğini de yaşayınca, Demirören'in ne kadar haklı olduğu zamanla ortaya çıkmıştı…

Sohbette laf dönüp dolaşıp, bizim mesleğe gelmişti. Irak'ın işgali öncesinde Türkiye'de kamuoyu oluşturmak için ABD'nin medyaya kaynak aktardığını söylemişti. Hatta isim bile vermişti...

Bu medya kuruluşlarının içinde sonradan kendisinin satın aldığı gazete ve televizyonlar var...

O gün, "300 milyon doları olan bütün medyayı satın alır" demişti...

Daha sonraki yıllarda ABD'nin medyaya para aktarımı konusunda başka kaynaklardan da benzer iddialar ortaya atılmıştı...

Demirören'in küresel sermaye karşısında varlığını koruyabilmek için bir dayanağa ihtiyacı vardı...

O da kendince doğru tercihi yaparak hükümete yanaştı. Önce Milliyet ve Vatan gazetelerini sonra da Doğan Grubu medya kuruluşlarını satın alarak, asıl işi olan LPG sektöründe "kurda kuşa yem olmaktan" kurtuldu...

Medyada "tekel" konumuna gelmesi için imkan da sağlanması ise Demirören'i daha çok rahatlattı…

Medya yapılanmalarıyla iktidar nimetlerinden yararlanan ilk işadamı Demirören değildi elbette...

Ercüment Karacan'dan Milliyet'i, Erol Simavi'den de Hürriyet'i satın alan Aydın Doğan, büyük transferlerle Güneş gazetesini kuran müteahhitlik firması Çavuşoğlu-Kozanoğlu Grubu, sonra bu gazeteyi şirketlerine dahil eden Türkiye'nin en büyük inşaat ihalelerini kazanan Mehmet Ali Yılmaz, Günaydın gazetesine milyarlar döken Asil Nadir, sonrasında Saruhanlar, Uzanlar, Erol Aksoylar ve Mehmet Karamehmetler, durup dururken sektöre girmedi….

Recep Tayyip Erdoğan'a "aşık" olduğunu söyleyen

Ethem Sancak ve FETÖ'cü olduğu iddiasıyla hakkında tutuklama kararı olan ve milyonlarca doları İngiltere'ye kaçırdığı iddia edilen Akın İpek de öyle…

Bunlar sadece bir çırpıda aklıma gelenler...

12 Eylül sonrasında adeta her kapıyı açan bir "maymuncuk" konumuna getirilen medya sayesinde, iktidarların kudretinden yararlanan işadamlarını gördük...

Türkbank ihalesini kazandıktan sonra Milliyet gazetesini satın alan ve birkaç gün sonra bu sahipliği bıraktırılan Korkmaz Yiğit olayı, iktidar-medya ilişkilerindeki çarpıklığı anlatan ilginç bir örnektir...

Demirören de bu ilişkiler içinde medyaya girmiştir...

Zararını başka işlerden telafi edeceği için bile bile medya sektörüne adım atmıştır...

Bir gün gelecek, Demirören Grubu da medyadan çekilecek ve yayın kuruluşlarını başka bir gruba devredecektir...

Çünkü, 'üst akıl' böyle istemektedir…

Meselenin çözümü, Demirörenleri eleştirmekle değil, devlet imkanlarını yandaşa ve yoldaşa peşkeş çektirmeyen
bir sistemin ortaya konulmasıdır...

Yoksa hiç kimse, mesleği gazetecilik olmadığı halde seve seve medya sektörüne girmiyor….

Bu vesileyle tanışma ve sohbet etmek fırsatı bulduğum Erdoğan Demirören'e Allah'tan rahmet diliyorum...