Dersimle yüzleşmekse maksat devletin arşivlerine girerek yüzleşelim. Ama yüzleşmeye Osmanlıdan başlayalım. Osmanlının Dersimli hakkında neler düşündüğü, onlara hangi gözlerle baktığını daha önce yine bu köşede içim kan ağlayarak, yüzüm kızararak yazmıştım, onun için tekrar etmeyeceğim. Meraklısı arar bulur, hele de Osmanlı arşivlerine erişme ve o arşivleri okuma imkanı olanlar çok daha kolay bulur. Kaldı ki bunların bir kısmı yayınlandı bile.

Dersimle yüzleşmeye Osmanlıdan başlamazsak o yüzleşme dürüst bir yüzleşme olmaz. Ama illa da Cumhuriyet'i suçlamak gibi bir niyet varsa bu ülke ve bu devlet o yüzleşmeye de vardır ve o yüzleşmeden de birilerinin sandığı, umduğu ve beklediği bir ayıp asla ve asla çıkmaz. Aşağıya 1937/38 yıllarına yani bilenin de bilmeyenin de, hesabı olanın da olmayanın da suçladığı Cumhuriyet yıllarından bir konuşma ve bir bildiriden bazı bölümler alacağım. Dönemin başbakanı Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde konuşuyor; o konuşmadan bir bölümü aşağıya sadeleştirerek alıyorum:

'Yakında ordumuz Dersim havalisinde manevralar yapacaktır. Bu münasebetle ordu, Dersim için vazife alacak ve umumi bir tarama hareketiyle tedip kuvvetlerine yardımcı olaraktan, bu meseleyi kökünden söküp atacaktır.

Arkadaşlar, Dersimliler ne istiyorlar? Dersimli Orta Çağ'a ait bir zihniyetle orada oturup eşkıyalık yapmak istiyor. Mal çalacağız diyor. Silahla gezeceğim, müsaade edeceksin diyor. Vatani yükümlülüklerimi yerine getirmeyeceğim, imtiyazlı bir insan olarak hepinizin karşısında dolaşacağım, diyor. Bilinmesi lazım gelen bir hakikat vardır ki, Cumhuriyet böyle bir vatandaş tanımıyor.

Cumhuriyet külfette olduğu kadar nimette, nimette olduğu kadar külfette eşit insanlardan oluşur. Bu hakikat anlaşılıncaya kadar, kuvvetlerimiz orada fiilen bulunacaktır. Eğer ellerinde bulunan silahları teslim ederler ve cumhuriyetin emirlerine uyarlarsa kendileri için yapacağımız şey, muhabbetle göğsümüze basmaktır. Bu yapılacaktır. Dersimliler sesimizi işitmelidir. Bu kürsüden akseden sesi, kendi yararlarına göre değerlendirmelidirler. Bizim sesimizde şefkat olduğu kadar kudret de vardır. Bu ikisinden birini seçmek, kendilerine aittir. Bilmelidirler ki şefkatimiz de kahrımız da boldur.'

Nasıl? Aklınıza hemen İsmet İnönü geldi değil mi? İsmet Paşa başbakanlıktan ayrılmış yerine Celal Bayar gelmiştir, hani o Milli Mücadelenin Galip Hoca'sı, çok partili hayata geçişimizin öncüsü, Demokrat Partinin kurucu genel başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin üçüncü cumhurbaşkanı Mahmut Celal Bayar var ya, işte o.

Şu da ordu harekete geçmeden önce yayınlanan ve halka dağıtılan bildirilerden sadece bir tanesi: 'Devlet evlatlarına kızmaz. Onlara hiçbir zaman fenalık yapmak istemez. İtaatsizlik yapanları döverken de yüreği acır. Sizin de yaptığınıza pişman olduğunuzu biliyoruz. Sizi felakete sürükleyenlere kızdığınızı ve beddua ettiğinizi işitiyoruz. Size ve bilhassa çoluk çocuğunuza çok, hem de pek çok acıyoruz. Bu azaptan ve felaketten kurtulmak için yegane çare devletin kucağına sığınmaktır.'

Dersimlinin talihsizliği Rıza Zelyut'un ifadesiyle 'üzerine iki tüfek çevrilmiş' olmasındadır. Birisi derebeylerinin tüfeği diğeri de devletin tüfeği. İsyan etmezse ağalar seyitler ve de onların adamları vuracaktır, isyan ederse de devletin askeri üzerine gidecektir. Dersim insanının çaresizliğine acımak başkadır, Dersim isyanını görmezden gelerek devlete saldırmak daha başkadır. Türkiye Cumhuriyeti Dersim'in soyguncu ağa ve seyitlerini tasfiye ederek Dersim'i medeniyete açmış, Dersimliyi ağa ve seyidin marabası/kulu/kölesi olmaktan devletin eşit haklara sahip saygın vatandaşı yapmıştır. Tunceli halkının yıllarca Cumhuriyet Halk Partisi'ne oy vermesinin ana sebeplerinden birisi de bu kulluktan vatandaşlığa yükselmek ve medeniyete açılmaktır.