Seçim bitip her şey normale dönünce aslında Cuma günü piyasalar kapanınca durum neyse aynı devam eder şekilde haftaya başlandı. Çünkü piyasalar bütün sonuçları önceden satın almıştı. Döviz bir miktar gevşedi ve tekrar seyrine kaldığı yerden devam etmeye başladı. Bu durum bütün ekonomistlerce zaten öngörülüyordu. Şimdi yeni sistemden bu problemin çözümünü bekliyoruz. Problemi yaratanlar nasıl çözülmesi gerektiğini de biliyor diye halk yetkisini tekrar ona verdi. Bilinen o ki, halkın bakış açısıyla bilimsel bakış açısı pek birbirini tutmuyor. Bu olağan bir durum ve yıllardır değişmediği için de aynı verileri girip farklı sonuç çıkmasını bekleyen toplum olmanın gereklerini yaşıyoruz.

Tabii olarak bütün ekonomistler ve düşünen yazarların seçim öncesi yaptıkları analizlerle seçim sonunda yaptıkları analizleri incelemek bu açıdan çok ufuk açıcı oluyor. Seçim sonuna dair U. Gürses'in köşesindeki değerlendirmeleri de hayli değerli. Durum tüm çıplaklığı ile böyle:

'Cuma gününe göre ekonomide hiçbir şey değişmedi; finansal piyasalarda da. Ekonominin sorunları orada duruyor. İçeride son 10 yılın küresel piyasa koşullarının baskın olduğu ucuz ve bol paraya dayanan dönem geride kalırken, finansman ve kredi koşullarının daralmasıyla biz bize 'milli piyasamıza' döndük. Bunu da geçmişten hatırlıyoruz.

Ekonomist Atilla Yeşilada, Paraanaliz.com adlı sitesinde yayımladığı yazısının başlığını 'Türkiye'yi artık piyasalar yönetecek' olarak koymuş. Bu söz ne yazık ki potansiyel olarak doğru. 2009 sonrasındaki 10 yıllık bol ve ucuz para, rehavet döneminin sonundayız çünkü. Ayrıca 2001 krizi sonrasındaki süreci hatırlatıyor. Kriz sonrasında IMF anlaşması ve bu çerçevede yapılması gereken reform takviminde gecikmeler oldukça, piyasaların kötüleşiyor, kötüleştiği noktada siyasetçiler programın gereğini yerine getirmek için harekete geçiyordu. Meşhur Telekom krizi bunun unutulmaz örneği.

Avrupa'da 2011'den sonra çıkan krizlerde hem çevrede hem de merkezde olan ülkelerdeki siyasi sonucu milliyetçi, yabancı düşmanı, ırkçı, popülist partilerin oyları yükselişi olmuştu. Türkiye'de 2015 Kasım seçiminde yüzde 49.5 oy oranı sağlayan AK Parti'nin 2018'de 7 puan oy kaybı var.

İzlediği ekonomi politikası ile küresel ekonomik koşullardaki değişime hazırlıksız ve kırılgan yakalanan hükümet, buradan gelen dalgalanma ve ekonomik durgunluğun nedenini 'dış güçler, bizi çekemeyen yabancılar' gibi sözlerle topluma anlattıkça bunun sandığa yansıması öyle görünüyor ki iktidar partisinden ittifak içinde olduğu en uç sağ kesime oy kayması olmuş. İçinden yeni bir parti çıkan MHP böylelikle oylarını korumuş görünüyor.

Türkiye'nin ihtiyacı olan reformların Meclis'ten yasa değişiklikleriyle çıkması gerekecek. Örneğin, Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'in seçim öncesi açıklamalarına bakılırsa emeklilere 2 ikramiye gibi taahhütlerin finansal yükü, imar affı ve 'gelir vergisi reformu' ile sağlanacak hasılat ile karşılanacak, orta ve uzun vadede de 'yeni hükümet sistemi ile birlikte kamu harcamaları azaltılacak.' 9 ay sonra yerel seçim gündemi olan ve Meclis çoğunluğunu kaybeden iktidar partisi için 'gelir vergisi reformu' gibi seçmeni 'acıtacak' konuların, böyle bir reformun seçim sonucuna bakarak Meclis'ten çıkacağını beklemek kolay değil.

Küresel parasal daralma sürecine girilmişken dış kaynak akışının terse dönmemesi, cari açık ve bir yıllık geri ödeme ihtiyacı olan kabaca 160-170 milyar dolar finansman sağlanması için iyi siyasi normalleşme ve 'iyi bir hikaye' çıkması şart. İşte bu yüzden, artık giderek daha fazla ekonomik zorluklar ve buna uygun ekonomi politikası izlenip izlenmediği gündemde olacak. Temel parametrelerin belirlendiği yer olan mali piyasada, dolar kuru ve faiz bu gündemin sonucu ve 'barometresi' olacak. İşte bu yüzden, seçimi iktidar partisi kazanmış olsa da sahneyi 'piyasa güçleri' alacak.

Seçim öncesinde de konuşuluyordu ama sonrasında da giderek yayılan bir bakış açısı var; o da son 10 yılda rahat küresel parasal koşulların siyasi alanda meyvesini toplayan iktidar partisinin bu dönemin sona ermesi ile 'faturayı ödeme zamanını' da yönetmesi gerektiği. İşte bu yüzden, piyasa tepkilerinin daha sert biçimde ekonomiyi etkileyeceği bir dönemde işini iyi bilen teknokrat kadroların varlığı önemli olacak. 2009 krizi öncesine kadar siyasetçilere rahatlık sağlayan da buydu; siyasi kadroların altında yer alan ve günlük işleri götüren yetkin ve deneyimli bürokratlar 'testi kırılmadan' durumu idare edebiliyorlardı. 2009 sonrasındaki bol ve ucuz para dönemi öyle idi ki; yetkinlik ve deneyim yerini sadakat ve deneyimsizliğe bıraktığında bile 'yol kazası' olmadı. 2018'in ilk altı ayında yaşananlara bakınca, bu konuda yeterli fikrimiz var artık; kurumlara güven ve itibar kaybı.

Artık piyasaların 'direksiyonda' olduğu bir dönemde, gündelik işler bir tarafa 'yumuşak inişi' sağlayacak ustalıkta bir ekonomi yönetimi ve politikaları gerekiyor. Böyle bir aşamada yapay biçimde 'faiz indirme' çabalarına ise hiç de yer yok.'

[email protected]