Dünkü yazıma 'Merhaba Sivas'ın kuzuları, Ankara'nın keçileri' diye başlamış ve Milli Mücadele'nin amansız bir düşmanı ama Türk edebiyatının da aynı ölçüde büyük bir kalem erbabından bir alıntı yapmıştım.

Evet; ünlü bir gazeteci, usta bir hikayeci, önemli bir devletli ve aynı zamanda da sıkı bir İngilizci ve işbirlikçiydi söz konusu alıntıyı yaptığım şahıs. Mütareke döneminde iki defa Posta ve Telgraf ve Telefon Müdür-i Umumiliği yani genel müdürlüğü yapmıştı. Mustafa Kemal Paşa'nın telgraflarının çekilmesini yasaklayan da oydu.

Milli Mücadele zaferle sonuçlanıp vatan işgalcilerden temizlenince önce padişah Vahdettin ardından da İstanbul'daki hempaları ya birer birer ya da gruplar halinde İstanbul'u terk etmeye başladılar. O da önce İngiliz Sefaretine sığındı, sonra 'İngilizlerin yardımı ve Fransız Emniyet Müdürü Colombani'nin refakatinde, yine Fransız bandrallı Piyer Loti vapuru ile' vatanı terk etti.

İngilizlere sığınan devletli sadece o muydu? Söz gelimi Damat Ferit başta olmak üzere, devrin anlı şanlı şeyhülislamı, bakanı ve sadrazam vekili Mustafa Sabri Efendi, Sevr'i imzalayan heyetin en tanınmışı filozof Rıza Tevfik, Milli Mücadele'yi bastırmak üzere kurulan Kuva-yi İnzibatiye'nin kumandanı Süleyman Şefik Paşa ve Konyalı Zeynelabidin Efendi gibi daha başkaları da vardı. Mustafa Sabri Efendi hem İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin mensuplarından hem Teali-i İslam Cemiyet'inin kurucularından, Zeynelabidin Efendi de Konya ve Bozkır isyanlarının teşvikçilerindendi. Mustafa Sabri Efendi, vatandan kaçtıktan sonra gittiği Yunanistan'ın Gümülcine kantinde 1927 yılında yayınladığı bir şiirle "Ben de aynıyla reddedip Türk'ü, / Attım üstümden en elîm yükü.. / Tevbe yarabbi tevbe Türklüğüme!.. / Beni Türk milletinden addetme!.." mısralarıyla Türklükten istifa edecekti.

Bizimki ve ötekiler sürgüne gönderilmediler, kaçtılar, 150'likler listesine alınıp vatandaşlıktan çıkarıldıklarında çoktan yurtdışına çıkmışlardı. Bir kısmı yurt dışında vefat etti, yaşayanlar ise Atatürk'ün çıkarttırdığı 1938 affıyla yurda döndü. Bizimki de dönenler arasındaydı. Dönüş yolunda 'duygularını' soran Tanin Gazetesine gönderdiği telgrafta şunları yazıyordu: 'Dönüş sevincim katmerlidir./ Sevgili Yurdumu ne halde bıraktım? Nasıl bir harika ile karşılaşacağım?/ Dumanı yaslı tüten bir fabrika tanırdım: Zeytinburnu…/ Ankara'da tek bina Taşhan'dı. / Bankalarda dilimiz ötmez, şirketlerde sözümüz sökmezdi./ Trende dilimi Rumlaştırmadan biletçiye meramımı anlatamazdım./ Tokatlıyan'da Frenkçe söylemezsem garsona dilediğimi kolayca yaptıramazdım./ Plajlarımızda yüzen yabancılara kıyıdan korkarak bakar, Avrupa'dan dönerken hudutta şapkamı pencereden korkarak atardım./ Memlekette toprağın kurusu bizim yaşı elindi./

Bıraktığım haldeki bu vatan yerine istiklal ve mucize ülkesine kavuşmaktan duyduğum heyecan içinde şu yaşımda ağlar güler ilan bebeklerine döndüm. Mütemadiyen tekrarladığım şu: Yaşa Atatürk, beni gurbette de göğsümü kabartarak yaşatan Atatürk.'

Milli Mücadele'nin başkomutanına ve Cumhuriyet'in kurucusuna, gitmeden önce ve giderken alabildiğine karşı olan, yeren ve hatta neredeyse söven ama dönerken göklere çıkararak öven aynı şahıstır ve o Türk edebiyatının kudretli kalemi Refik Halit Karay'dır.

30 Mayıs 1964'de Yeni Tanin Gazetesi'nde yazdığı bir yazıda 'Milli Mücadele karşıtlığını Mili Mücadele kadrolarının büyük kısmının eski İttihat Terakki mensuplarından oluşmasına' bağlayacak ve 'Anadolu Kurtuluş Hareketi'nin esas ve gaye bakımından taraftarı olmakla beraber, komitacıların bir çoğunun o harekete katılmasına bakarak tekrar hortlayacakları ve günün birinde yeni hükümeti de ele geçirerek yine vatanı parçalamaları ihtimalinden korkmuş, eski kinimi bir türlü yenememiş, o tesir altında atıp tutmuştum' diyerek tevil etmeye çalışacaktı.

Niye mi döndüm bu konuya tekrardan ve niye yazdım bunları? Hani 'İngiliz sömürgecilerinin kurdurduğu Cumhuriyet' diyorlar ya, kim İngiliz işbirlikçisi kim İngiliz ve emperyalizm karşıtı, İngilizler kimden yana kime karşı, iyice anlaşılsın diye.