Hiç unutulmaz sanıyordum o büyük zafer, o büyük sevinç, o muhteşem kenetlenme… Tam bir birlik ve beraberlik içinde millet olma şuurunu yaşamak ve yaşatmak… Meğer unutulurmuş, hem de çok çabuk, tüm sevdaların unutulduğu gibi o da unutulurmuş. Sevincini doya doya yaşadığım bir kutlu zaferin üzerinden daha yarım asır geçmeden unutulmasının hüznünü yaşayacağım hiç aklıma gelmezdi, ne yazık ki başıma geldi.

Kara, hava ve deniz unsurlarının kullanıldığı İlk amfibi harekatıydı Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve hala da tek amfibi harekatıdır. Bir sabaha karşı gemiler deryaya açılmış, uçaklar gökyüzüne kanat açmış ve Mehmetler kimi denizden çıkarak kimi havadan süzülüp inerek Kıbrıs'a ayak basmış, yıllar öncesinden kazılmış siperlerin, yapılmış istihkamlarının arakasına yerleşmiş düşmanın bomba ve kurşun yağmuru altında ölümü göze alarak zafere yürümüştü Türk Mukavemet Teşkilatı'nın öncüleriyle, yiğitleriyle birlikte. Yürüdüler yan yana, yürüdüler omuz omza, tek bilek ve tek yürektiler, dilekleri de tekti: Kıbrıs'a barış, Kıbrıs Türk'üne özgürlük ve güvence.

Karşılarında sadece adına EOKA-B denilen çeteler yoktu, tankıyla, topuyla Yunan askeri vardı. Onlarda top vardı, tank vardı ama Mehmet'te onlarda olmayan bir sarsılmaz iman ve korku nedir bilmeyen bir çatal yürek vardı. İman bombaları göğsünde söndürdü, istihkamları aştı ve Kıbrıs'ı Türk vatanı yaptı.

O günlerde ben Türk Haberler Ajansı Doğu Karadeniz bölge müdürü olarak Trabzon'daydım. Yazı İşleri Müdürümüz merhum Hasan Yılmaer Ağabey'in telefonuyla uyandım daldığım derin uykudan 20 Temmuz 1974'ün sabah 04.00'ünde. 'Radyoyu aç, Kıbrıs'a çıkıyoruz, bütün muhabirleri ara, haber ver ve izinlerin iptal olduğunu söyle' demişti. Radyonun başında nasıl ağlamıştık hıçkırıklarla Zühal'le birlikte. Anarken ya da anlatırken o kutlu sabahı, hala burun direğim sızlar ve çoğu kez de hıçkırıklar ya boğazımda düğümlenir ya da gözyaşlarıma eşlik eder.

Ne o sabahı unutabilirim ne de daha sonra Türk tarihinin son yarım asrının tartışılmaz en büyük kahramanı Rauf Denktaş Bey'e bazı çevrelerde yapılan saygısızlıkları. Hele de Annan Planının kabul edildiği 24 Nisan akşamı zamanın Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Telat'ın o müstehzi yüz hatlarını! İçime bir hançer gibi işlemiştir ve hala yüreğimi kanatır.

Bir 20 Temmuz'u daha geride bıraktık Kıbrıs kahramanlarını hak ettikleri gibi anmadan, anmayı akıl bile edemeden. Kıbrıs'ı aklımızda tutmadan ve anlamadan geleceğimizi teminat altına almamızın imkansızlığını ah bir anlasak, anlayabilsek! İşte o zaman o harekatın sadece sayıları şu kadar yüz bin Türk'ün hayat memat meselesi değil aynı zamanda Türkiye'nin, Anadolu Türk'ünün geleceği meselesi olduğunu da anlarız ve Kıbrıs'a da, o destanın aziz şehitleri, gazileri ve mimarlarına da bir başka gözle bakar, saygıyla yaklaşırız.. Kıbrıs'ta olmayan Türkiye Akdeniz'de olmayan Türkiye'dir, Akdeniz'de olmayan Türkiye de batıdan ve güneyden kuşatılmış Türkiye demektir.

Kıbrıs bizim son 150 yıllık tarihimizde çoğu zaman gafletler ve kayıplara ama kimi zaman da muhteşem destanlara konudur. Umarım bundan sonraki süreçte sadece ve sadece kahramanlıklar, askeri ve diplomatik zaferler ve milli gururlarla anılır. O günün aziz şehitleri ve gazilerine Allah'tan sonsuz rahmetler diliyor, şanlı hatıralarını gurur ve saygıyla anıyor, manevi huzurlarında tazimle eğiliyorum. Nurlar içinde yatsınlar…